Pompeii

MS 79 Pompeii Volkanik Patlamanın Tarihi

Pompeii ve Herculaneum, Stabia, Oplontis gibi Vezüv şehirlerinin hikayesi, MS 79’daki patlamadan 17 yıl önce başlamış olan ve birdenbire bu merkezlerle birlikte buralarda yaşayanları da yok eden büyük felaketler tarihinin simgesidir.

Pompeii’deki dehşeti yansıtan gövde. 1870 yılında Giuseppe Fiorelli felaketten arta kalan kalıntıların boşluklarını alçı ile doldurmuş ve günümüze kalmasını sağlamıştır.

Dione Cassio’da (Hist. Rom. LXVI, 21-23) 24 Ağustos sabahında neler olduğunu anlatmıştır: “…bir anda büyük bir kükreme vardı, sanki dağlar birbirinin üstüne düşer gibi. Sonra devasa büyüklükteki kayalar fırlamaya başladı ve sonra (bu kayalar) hatta en yüksek doruklara kadar ulaştılar; sonra devasa büyüklükte bir yangın ve duman ortaya çıktı…”.

Patlamanın Evreleri

Patlamanın ilk evresi muhtemelen 24 Ağustos sabahı saat 9-10 arasında küçük patlamalarla başlamıştı. Saat 10’a doğru Plinius’un çam ağacına benzettiği büyük bir bulut, Vezüv’ün üzerinden yükselerek dallı bir şekil almaya başladı. Bulut yaklaşık 14 kilometre yüksekliğindeydi ve gökyüzünü tamamen kaplayarak güneşi kapattı. Yaklaşık yarım saat sonra, bu ilk patlama evresini takiben, bu buluttan yoğun bir şekilde küller, lapilliler ve taşlar düşmeye başladı ve günlük rutin aktivitelerinde olan insanları korumasız yakaladı. Volkanik püskürtü kısa sürede Pompeii sokaklarını ve evlerin çatılarını kaplamaya başladı ve bir yerlere sığınmak için dehşete düşen insanları konutların veya kamu binalarının yeraltı odalarına veya mahzenlerine girmeye zorladı – ki insanlar burada patlama nedeniyle salınan zehirli gazlardan nefes alamayarak boğulmuş halde bulunmuşlardı. 24 Ağustos’u 25’e bağlayan gecede magma ve göz kamaştırıcı parlak lav akıntıları (dalga 1 ve 2) vardı. Bu akıntılar Herculaneum, Oplontis, Boscoreale villaları ve Terzigno olarak adlandırılan Vezüv kasabalarına ulaştı ve bu kasabaları, yüksekliği 20 metreyi geçen kalın bir çamur ve yanardağdan püsküren çökelti altında bırakarak bütün yaşam formlarının aniden yok olmasına sebep olmuştu. Bu sırada, volkanik püskürtü bütün gece Pompeii üzerine yağmaya devam etti, püskürme seviyesi 32 kilometrelik yüksekliğe ulaştı. Şehrin içerisinde yükselen kül, kapılardan ve pencerelerden girerek evin üst katlarına ulaştı; evlerin çatılarını, avlularını, peristillerini (sütunlu avlu) ve bahçelerini kapladı. Gece boyunca, Misenum’dan Stabia’ya kadar uzanan Vezüv bölgesinde şiddetli depremler meydana geldi ve deniz çekildi. 25 Ağustos sabahı saat 6:30 civarında, üçüncü bir püskürtü (dalga 3) oluştu. Birincisi her ne kadar Pompeii’ye ulaşmış olsa da kuzeyde yer alan şehir surlarını aşamamıştı. Bu üçüncü dalga, Mysteries ve Diomedes hanelerinin zemin katlarına sığınan ve ayrıca Porta (Liman) Ercolano’dan kaçmaya çalışan insanların ölümüne neden olmuştu. İskeletleri, Via delle Tombe boyunca sıralanmıştı. Bir saat sonra iki püskürtü daha (4.-5. dalga) oluştu ve yarım saatten kısa bir sürede duvarları aşarak iç kısımlara doğru ilerledi ve şehri altına aldı. Bu ani felaket, sokaklarda dolaşan ve evlerinin üst katlarına ve zemin katlarına sığınan Pompeililerin ölmesine sebep oldu. Volkanik püskürtü kısa sürede, deniz limanını ve hatta Sarno Nehri üzerinde yer alan nehir limanını da içine alan Pompeii’nin güney kesimine ulaştı ve teknelerle kaçmak ümidiyle burada bulunan insanların ölümüne sebep oldu. En tahrip edici dalga (6. dalga) sabah saat 8 civarında oluşandı ve bu dalga yapıların yıkılmasına, yaklaşık 120 santimetrelik bir volkanik örtü (kül ve lapilli) altında kalan Pompeii halkının moloz yığınları altında can vermesine sebep oldu. İşte bu dalga Stabia ve Misenus burnuna kadar tüm Napoli Körfezi’ne ulaşarak Plinius’un (Yaşlı) ölmesine de sebep olan dalgaydı. Vezüv’ün volkanik aktiviteleri, yıkıcı etkisi gittikçe azalsa da birkaç gün daha devam etti: Stazio (Silvae IV, 4, 78- 86) ve Marziale (Epigrammi, IV, 44)’nun felaketten yaklaşık 10 sene sonra aktardığına göre; Pompeii’de sadece binaların üst kısımları açıkta kalmış ve diğer kısımları volkanik küller ve lapilliler altına gömülmüştü Herculaneum ise 20 metreden fazla çamur ve volkanik çökelti altında kalarak tamamen yok oldu. Volkanik patlamanın olduğu dağın şekli bile değişmiş, zirve kısmı tamamen kaybolmuş, bir zamanlar yeşil ve bereketli olan dağın çevresi ıssızlaşmış ve tamamen külle kaplı bir hal almıştı. Alexander Severus (MS 222-235) döneminde, mermerler, sütunlar ve heykellerin mümkün olabildiğince kurtarılmasına yönelik bir girişimde bulunulsa da Stabia dışında volkanik patlamanın vurduğu Pompeii ve diğer şehirler çoktan terk edilmişti. Stabia ise bir şekilde şehri yeniden onarmayı başararak bölgenin en önemli merkezi haline gelmişti. Yüzyıllar geçmiş Pompeii ve Herculaneum tamamen unutulmuştu; hatta bu şehirlerin nerede oldukları bile günümüzde yapılan keşiflere kadar bilinmemekteydi.

Pompeii’nin Nüfusu

Yıllar öncesine kadar, Pompeii’nin nüfusunun 20 bin-25 bin civarında olduğu düşünülmekteydi. Güncel araştırmalar bu sayının minimum 7 bin-8 bin, maksimum 12 bin-15 bin arasında olduğunu gösterdi. Bu insanlardan kaç tanesi bu volkanik patlama sırasında hayatını kaybetmişti? 1860 yılından itibaren, o zamanların arkeolojik kazılarından sorumlu olan Giuseppe Fiorelli tarafından tutulmaya başlanan kazı günlükleri üzerinde yapılan yeni bir araştırma, ölü sayısı için önerilen rakamın 2 bin kişi daha az olması gerektiğini ortaya çıkarmıştır. 2002 yılına kadar arkeolojik kazılarda tespit edilen ve yeni kazılarda ortaya çıkarılan diğer iskeletlerle birlikte toplam ölü sayısı 1047’dir. Bunlardan 394 tanesi lapilli, 653 tanesi de kül katmanı altındadır. Bu rakama en az 100 kişi daha eklenmelidir. Bu sayıya da Pompeii şehir merkezinin dışında kalan bölgelerde (Terzigno, Boscoreale, Scafati gibi) bulunan 258 ve Herculaneum’da bulunan 328 kişi, yani toplamda 586 kayıp daha eklenmelidir.

Elimizdeki bu veriler, Vezüv şehirlerindeki halkın büyük bir kısmının yaşanan bu trajediden kurtulmayı başardığını gösterir. Bu felaket sırasında ölenlerin iskeletlerinin yakınında sikke, altın ve mücevherin yanı sıra evlerinin anahtarları da bulunmuştur. Çaresizce patlamadan kaçan bu insanlar bir gün evlerine geri dönme umuduyla anahtarlarını yanlarına almışlardır. Halkın varlıklı aileleri eşyalarını, altın ve gümüş kaplarını (Boscoreale Villası’ndaki ve 2000 yılında Moregine’de bulunan hazineler) saklamayı başarmış ancak hiçbir şekilde kurtaramamışlardı. Hala çok az araştırılmış olan Regio V alanında, Pompeii Araştırma Komitesi (Superintendence) tarafından iki yıl önce yürütülen arkeolojik kazılar çok çarpıcı bir keşfe imza atmış ve o dönem şehirde yaşamış olan halkın ne kadar büyük bir trajedi yaşadığına dair çok önemli bilgiler vermiştir. Vicolo dei Balconi ve Vicolo delle Nozze d’Argento arasında kalan bir köşede felaketten kaçmaya çalışan bir kişinin iskeleti, volkanik bulutun şiddetiyle sürüklenen çok büyük bir taş kütlesi altında ezilmiş halde bulunmuştur. Bu iri kaya parçası bir mermi gibi isabet etmiş, göğsünü ve kafasını ezmiştir. İskelet bu kayanın altında in situ halde bulunmuştur ve aynı şekilde durmaktadır. Kayanın altında ezilerek can vermiş olan bu kişi, göğsü üzerinde tuttuğu torbada 20 gümüş denarii ve iki tunç balta taşımaktadır. Eğer felaketten kurtulabilseydi belki de bu sikkelerle geçimini birkaç ay daha sürdürebilecekti.

Herculaneum, Napoli Körfezi, İtalya, 2012. ©Soprintendenza Speciale per i Beni Archeologici di Napoli e Pompei / British Museum.

Herculaneum

Vezüv’ün batısında yer alan Herculaneum şehri patlamanın ikinci dalgasıyla, 20 metreden yüksek bir volkanik kül bulutu ile kaplanmıştı. Ercolano halkı, 24 Ağustos sabahında volkanın harekete geçtiğini fark etmiş olsalar da muhtemelen denizde yüzen büyük kütleleri görene kadar ve depremler eşliğinde güneşi tamamen kapatan devasa çam ağacı şeklindeki bulut oluşana kadar işin ciddiyetini anlayamamışlardı. Öğleden sonra birçok insan, şehir merkezinin dışında yer alan limandan gemilere binerek şehirden uzaklaşmaya çalıştı. 1740 - 1980 yılları arasında bulunan 47 iskelet, halkın büyük bir kısmının kaçmayı başardığını ve Napoli’ye ulaşarak kurtulduğunu göstermekteydi. Ancak 1890 yılından itibaren Giuseppe Maggi tarafından yürütülen kazılar sırasında, fornix’lere (sahile yakın kesimlerde teknelerin kış boyunca saklandığı yerler) sığınmış halde bulunan 237 kişinin iskeleti, bu hipotezin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya çıkardı. 1982 Ağustos’unda, hamamların önünde bulunan 9 metre uzunluğunda, ters dönmüş, yanmış fakat yine de iyi durumda görünen bir tekne, insanların deniz yoluyla kaçarak felaketten kurtulmaya çalıştığını ancak bu girişimde başarısız olduklarını gösterdi.

İşin aslı, çok şiddetli bir deniz depremi, kurtarmaya gelen gemilerin karaya yanaşmasını veya yanaşabilenlerin denize açılmasını engelleyerek kıyıda kaçmaya çalışan birçok çocuğu ve yaşlı insanı kendi trajik kaderlerine terk etmişti. Pompeii’nin aksine, Herculaneum’daki insanlar şehri kuşatan volkanik kül bulutunun yüksek sıcaklığına maruz kalarak ölmüştü. Kaynayan devasa çamur kütlesi, Pompeii’deki insanları kaplayan kül nedeniyle arada oluşan boşluğun formasyonuna izin vermemiş, soğuyup katılaştıktan sonra da altında kalan insanların gövdelerinin birebir şeklini almıştır. Herculaneum sakinlerinin iskeletleri korunmuştur ancak Pompeii’deki gibi kalıplaştırmak mümkün değildir.

Fırıncı Terentius Neo ve eşinin betimlendiği duvar resmi. Terentius Neo Evi’nden, Pompeii, MS 50-79. ©Soprintendenza Speciale per i Beni Archeologici di Napoli e Pompei / British Museum

Kalıplaşmış Felaketzedeler

Ani gerçekleşen volkanik patlama, evlerin, yapıların, Pompeii ve diğer Vezüv merkezlerine ait sokakların, bütün günlük kullanım eşyalarıyla birlikte orijinal hallerinde korunmasını sağlamış, Roma İmparatorluk Döneminin yaşamsal ve kültürel yönlerini öğrenmemize olanak sağlamıştır. Fakat şehirleri mahveden bu trajedinin üstündeki perdenin aralanabilmesi için gereken doğru yaklaşım, kısa bir sürede bütün yaşam formlarını içine alan bu felaketten arta kalanlar aracılığıyla sağlanabilir. Volkanik bulutla gelen zehirli gazlar, ölmeden önce yaşadıkları ıstırapları Pompeiililerin yüzünde bırakmış, cansız bedenleri kalıplaşmıştır.

Giuseppe Fiorelli, 1863 yılından itibaren, volkanik patlamanın ikinci dalgası ile oluşan kül katmanı içerisindeki oyuklara sıvı alçı dökerek, felaketzedelerin kalıplarının oluşmasını sağlamıştır. Bu şekilde yeniden gün yüzüne çıkartılan Pompeiililer, ani ve çaresiz bir trajedinin yok ettiği insanlığın bir resmini sunmuşlardır. Pompeii Araştırma Komitesi tarafından yürütülen “Büyük Pompeii Projesi” kapsamında, 87 insan bedeniyle birlikte hayvan bedenlerini de içeren alçı kalıpların restorasyonu ve iyileştirilmesine yönelik yeni çalışmaya, arkeologlar, restoratörler, antropologlar, radyologlar ve mühendisler de katılmıştır. Pompeii halkının, biyo-antropolojik ve genetik profillerinin incelenebilmesi için yeni tanılama araştırmaları (lazer tarayıcılar, X-ray/röntgen ve DNA analizleri) da uygulanmaktadır.

Pompeii’de 1984 yılından itibaren, Pompeii’de yürütülen kazılarda bulunan iskeletlerin kalıbını çıkartmak için kullanılan sıva yerine, kül katmanları arasında oluşan oyukların içinde, muhtemel kemiklerin ve buluntuların görülebilir hale gelmesine olanak sağlayan epoksi reçinesi kullanılmaya başlandı. 2018 yılında Garden House’da bulunan karbonlaşmış bir odun parçası (charcoal) ile çizilen bir grafitti felaketin tarihini “24 Ekim, MS 79” tarihine erteler. Tespit edilen bu iskeletler, Vezüv volkanik patlamasının sebep olduğu, bütün şehirlerini insanlarıyla birlikte sıcak bir Ağustos gününde vuran büyük felaketi kanıtlayan en açık ve en gerçek bulgulardır. Lav örtüsü altında … muhteşem freskler Vezüv yanardağı patlamasının tahrip ettiği şehirlerde, kamu yapıları ve evlerde çok sayıda duvar resmi keşfedilmiştir. Herculaneum (1737) ve Pompeii (1748) duvar resimlerinin keşfinden önce antik dönem resim sanatına ait izlerin günümüzde tamamen yok olduğu düşünülüyordu. Örnekler sadece Roma’nın (Nero’nun Domus Aurea’sında, Cestia Piramidi ve diğer mezarlar ile bazı özel koleksiyonlarda) yanı sıra Pozzuoli ve Baida’da yer alan Campania’da bulunan birkaç örnek ile sınırlı idi. Pompeii duvar resimleri, kopya olduğu veya en azından ilham aldıkları düşünülen ve sadece kaynaklardan bilinen kayıp Grek resim sanatının rekonstrüksiyonunu yapabilmek için incelenmişlerdir. 1882 yılında, Alman araştırmacı August Mau, Pompeii duvar resimlerinin yanı sıra Vitrivius’un ve Plinius’un çalışmalarından hareketle, form ve kronolojik şemalar (MÖ 2. yüzyıl – MS 79’daki volkanik patlamaya kadar) olarak birbirini izleyen dört farklı “stili” tanımladığı çalışmasında, Roma duvar sanatı üzerine evrimsel bir teori kaleme almıştır. Yeni bulunan veriler ışığında, günümüzde bu teoriler gözden geçirilmiş ve bilinen (resimsel) kanıtların yeniden değerlendirilmesi yapılmıştır. Buradaki “stil” terimi uygun bir kullanım değildir çünkü bunlar “stilistik” evreler değil dekoratif sistemlerdir. Uygun kullanım olmasa da, “Pompeii stilleri” olarak bilinen teori, yapılacak revizyonlarla, yine de Roma resim sanatına uygulanabilir.

Keşfedilen bu fresklerin fark edildiği yaklaşık iki asırlık bir süre boyunca, sayıca fazla olan bulgular ve geniş kronolojik zaman dilimi, sadece birbirini takip eden ve değişikliklere neden olan sanatsal akımlar ve inşa faaliyetleri yoluyla bir çerçeve çizmemize değil, aynı zamanda sanatçıların ve çalışanların resim tekniklerini incelememize de imkan vermektedir. Bu, resim veya frizin aynı zamanda duvarın sentaktik ve kromatik kompozisyonunun bir parçası olduğu, süslü doğanın bir tablosudur. Hem resimli duvar dekorasyonunun hem de mozaik zeminin yerinde korunduğu yapılar, dekorasyon ve odaların kullanımı arasındaki ilişkiyi aktararak, resmin dekoratif donanımını bir bütün halinde sunar. Freskler; evleri, kamu yapılarını, atölyeleri, dükkanları, villaları ve toplumun bütün sosyal sınıfına ait yaşam alanlarını süslemişlerdir. Çoğunlukla orta sınıfın oluşturduğu ve iş dünyasıyla ilişkili olan, daha çok deniz ticaretine ve toptan satıcılığa odaklanan, yağ, şarap, buğday, yün ve keten gibi kumaşlar ile seramik gibi yerel üretim ürünleri ile uğraşan üretici ve tüccarların oluşturduğu alıcılarının kültürel ve sosyal ihtiyaçlarına cevap veren birçok temayı bize sunmaktadır. Resimlerin çoğu standartlaştırılmış bir uygulamayla seri halde yapılmışlardır. Campania’nın taşra bölgelerinde bulunanlar çok üstün bir kalitede yapılmış olsalar da yeni modaya yön veren Roma resimleri ile karşılaştırıldıklarında, bu resimlerin taşraya daha yavaş ulaştığı ve sonuç olarak taşradaki kültürel, sosyal ve sanatsal alandaki ilerlemenin şehir merkezlerinden daha geri kaldığı görülmektedir. Bu çıkarım Vezüv şehirlerine ait fresklerin öneminin ve cazibesinin daha az olduğu anlamına gelmez. Bu freskler Roma Dönemi İtalya’sında MÖ 2. yüzyıl ile MS 1. yüzyıl arasında uygulanan resim sanatını temsil eder. İki ayrı akım aynı anda görülmektedir: Birincisi klasiktir, usulen daha doğru ve etkilendiği Hellenistik örneklere daha çok bağlı olandır. Diğeri ise, bir yandan repertuardaki modellerden esinlenirken diğer yandan onları Orta- İtalya geleneksel üslubuna uygun olarak, Roma-Campania sanatsal kültürünün bir anlatımıyla, günlük yaşam örneklerini, çevredeki mevcut peyzajın doğal yönlerini, bitki ve hayvanların yaşamlarını yansıtmayı tercih eder ve böylece gerçek ve günlük hayata daha çok dikkat çekerek onları yeniden incelikle işler.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER