Urartu’da Kentleşme: Doğuda Devletin Değişim Çabası

Van Gölü’nün doğu kıyısında başkent Tuşpa’da (Van) kurulan Urartu Krallığı’nın egemenlik alanı batıda Fırat, kuzeyde Kars Platosu - Sevan Gölü, doğuda Urmiye Gölü havzası ve güneyde Toros Dağları ile sınırlanan geniş bölgeyi kapsamaktadır. Günümüzde, büyük bölümü Türkiye’de olmak üzere, Ermenistan, Nahçıvan (Azerbaycan), İran ve Irak gibi 5 ülkede Urartu kalıntıları bulunmaktadır.

Urartu idari yerleşmeler haritası. Kemalettin Köroğlu.

Urartu Krallığı, bu geniş coğrafyada yaptığı birçok büyük proje ve bölgede öncüsü olmayan türde anıtsal eserleri nedeniyle 19. yüzyıldan itibaren araştırmacıların dikkatini çekmiş ve önemsenmiştir. Urartu Doğu’da ilk kez sulama ve drenaj gibi altyapı sistemlerini yaygın olarak kullanmış, taş işçiliği, çömlekçilik, madencilik, kuyumculuk, mimarlık ve sanat alanlarında kendini tanımlayan örnekler geliştirmiştir. Assur’dan aldığı çivi yazısını Urartucaya uyarlamış ve kısmen de olsa devlet faaliyetlerini kayıt altına almıştır. En önemlisi bulunduğu coğrafyanın zorluğunu aşmaya yönelik bir yönetim modeli kurmuştur. Bu modelin temelini, Urartu öncesinde bin yıldan daha uzun süre yarı-göçebe yaşam süren toplumların bir bölümünün yerleşik düzene geçirilmesi oluşturur.

Van Kalesi, kuzeyden, kent içinde kuşatılan bir başkent

Günümüzde Doğu Anadolu ve Urartu ile ilgili makale ve kitap çalışmalarının sayısı 5 bini aşmıştır. Bu yayınlarda Urartuların kökeni, dili, yazısı, dini, mimarisi, sanatı, kültürü, sınırları ve siyasal tarihi gibi konularda oldukça kapsamlı değerlendirmeler yapılmıştır. Ancak hala Doğu’da bu süreçte yaşanan değişim ve dönüşümün bütün ayrıntılarının bilindiğini, Urartu’yu belirleyen bütün kriterlerin ortaya konduğunu söylemek zordur.

Son yıllara kadar devletin doğrudan geliştirdiği inşa projeleriyle yerel/bölgesel örnekler arasında bir ayırım yapılmamış, Urartu döneminde kurulan yerleşmeler sınıflandırılmamış, başkent dahil olmak üzere kurduğu bütün büyük yerleşmeler “kale” olarak tanımlanmıştır. Doğu’da Demir Çağında kentleşmenin olmadığı yönünde değerlendirmeler bile mevcuttur.

Bu yazıda, Urartu coğrafyasındaki yerleşmelerden Urartu yazıtlarında da kent olarak tanımlananlar konumları, birimleri, içindeki yaşam biçimi ve maddi kültür kalıntıları gibi belirli kriterler çerçevesinde tartışılacaktır. Son bölümde ayrıca bu Urartu örneklerinin Önasya’daki kentleşme modelinden farklılıklarına ve benzerliklerine vurgu yapılacaktır. Ancak Urartu modelinin kökeni ve gelişimi için Doğu Anadolu ve çevresinde Urartu öncesindeki yerleşim biçimlerini genel olarak tanımlamak yararlı olacaktır.

Urartu Öncesinde Doğu’da Yaşam Biçimi

Urartu öncesindeki binyılda Doğu Anadolu ve çevresine iki büyük göç dalgasıyla iki farklı kültürün geldiği anlaşılmaktadır. MÖ 2. binyıl başlarında gelenler, Muş ile Erzurum arasındaki hattın doğusunda bütün yüksek yaylalarda izlerine rastlanan “kurgan” türü mezarların sahipleridir. Taştan inşa edilmiş dikdörtgen bir mezar odası ve üzerindeki tepe görünümlü yükseltiden oluşan kurganlar, topluluğun önemli bireyleri için yapılmakta ve bu doğrultuda boyutları, gömülen kişinin statüsüne göre değişmekteydi. Süphan ve Ağrı gibi büyük dağların eteklerinde, Ağrı, Erzurum, Kars ve Ardahan çevresinde bu kültüre ait çok sayıda kurgan saptanmıştır. Bu mezarların sahiplerinin kültürü ve yaşam biçimi, mezarların dağılım alanı ve içlerinde ele geçen çanak çömlek ve diğer buluntular yoluyla değerlendirilmektedir. Bu döneme ait çoğunluğu el yapımı olan çanak çömleğin ayırıcı özelliği, çok renkli geometrik ve stilize hayvan bezemelerine sahip oluşudur. Kurganların yayla olarak tanımlanan alanlarda oluşu, bunların sahiplerinin hayvancılığa elverişli otlakların bulunduğu bölgelerde yaşadığına işaret etmektedir. Doğu Anadolu’daki höyüklerde bu döneme ait yerleşim izinin olmayışı bu toplulukların göçebe olduklarını fikrini güçlendirmektedir.

Kurgan kültürünün sahiplerinden sonra Doğu Anadolu’ya gelenler de büyük oranda göçebe ve yarı-göçebe gruplardan oluşur. MÖ 13. yüzyıl sonrasında (Erken Demir Çağı) yaşandığı anlaşılan yeni göç dalgası ve gelenler hakkında bu kez arkeolojik veriler dışında Orta Assur yazıtları da bilgi vermektedir.

Assur kralı I. Salmanassar (1274-1245), ardılı I. Tukulti-Ninurta (1244-1208) ve I. Tiglat-pileser (1114-1076) gibi Assur kralları Doğu Anadolu’ya yaptıkları seferlerin kayıtlarında yeni gelen Uruatri ve Nairi gibi gruplardan/aşiretlerden krallık olarak söz etmekte, bu sözde kralların sayısını 60’a kadar çıkarmaktadırlar. Assur kralları yaptıkları işi yüceltmek adına, kendilerine direnen her grubu krallık olarak tanımlamış gibi gözükmektedir.

Doğu Anadolu ve çevresine Erken Demir Çağında gelen gruplara ilişkin arkeolojik veriler, bunların kurgan kültürlerini yaratan toplumlardan farklı olduğunu doğrulamaktadır. Yeni gelenlerin mezar mimarisi, bireysel gömü için tasarlanan kurganlar yerine, içine çok sayıda gömü yapılan oda mezar biçimindedir. Bütün Doğu Anadolu’da ayrıca yaygın olarak yakarak gömme/kremasyon (yakılan bedenin küllerinin urne içine konması) uygulanmaya başlamıştır. Çanak çömlek tipleri, yapım teknikleri ve bezeme anlayışı da oldukça değişmiştir. Bu dönemde tekdüze, elde yapılmış, genellikle orta ve kötü̈ fırınlanmış, bazıları “yivli çanak çömlek” olarak tanımlanan bir tür oldukça yaygındır.

Yivli çanak çömlek, batıda Elazığ-Malatya bölgesi başta olmak üzere Yukarı Fırat havzası, Tur Abdin Dağları’nın kuzeyinde Yukarı Dicle Bölgesi, Doğu Anadolu, Urmiye havzası ve Ermenistan’da yaygın olarak bulunmaktadır. Yivli çanak çömleğin yayılım alanı, aşiretler halinde örgütlenmiş Uruatri ve Nairi toplumlarının yaşadığı coğrafyayı, yazlık ve kışlık alanlarını da göstermektedir. Doğu Anadolu’nun daha alçak olan Elazığ, Malatya ve Iğdır bölümü dışında, bu toplumların yerleşik olduklarını, tarımsal faaliyetlerle uğraştıklarını gösteren belirgin mimari kalıntılar bulunmamaktadır. Bu durum Erken Demir Çağı boyunca MÖ 13. yüzyıl ile 9. yüzyıl ortaları arasında, 400 yıla yakın Doğu Anadolu’da yaşayanların yarı-göçebe karakteriyle açıklanmaktadır.

Van Kalesi sitadel surları, güney

Doğu Anadolu’da bu dönemde kalelerin kurulduğuna ilişkin değerlendirmeler büyük oranda hipotetiktir. Aşiretlerin kale/kule gibi yapılar inşa ettiği kabul edilse bile bunların bir savunma sisteminin parçaları olarak bütün bölgede planlı bir dağılımı olduğunu gösteren hiçbir veri yoktur. Ancak bölgesel ve mevsimsel aşiret merkezlerinin bulunduğu alanlarda bir tür üs olabileceği öngörülebilir.

MÖ 9. yüzyıl ortalarına, Urartu Devleti’nin kuruluş sürecine kadar da Van Gölü Havzası başta olmak üzere Doğu Anadolu’daki höyüklerde yerleşik kültür unsurları oldukça zayıftır. Bölgede Urartu Devleti’nin kuruluş sürecine zemin oluşturacak, kentleşme ve devlet örgütlenmesinin öncüsü olarak görülebilecek yerel herhangi bir adım bulunmamaktadır.

Doğuda İlk Kentler ve Yerleşik Toplum Oluşturma Çabaları 

Urartu Devleti’nin kuruluş sürecinin nasıl gerçekleştiği konusundaki ilk ipuçları da Assur kayıtlarından gelir. Assur kralı III. Salmanassar (MÖ 858-824), Torosların kuzeyinde önce Aramu ve başkenti Arzaşkun, arkasından da Seduri (Sarduri) ve başkenti Tuşpa’dan söz eder. Salmanassar’ın söz ettiği Seduri/Sarduri, Tuşpa’yı başkent yapan ve Van Kalesi’nin kuzeybatı ucundaki Sardurburcu üzerindeki kitabeleriyle ilan eden ilk Urartu kralıdır.

Argişti yazıtı

Urartu, güneyde Torosların arkasındaki Mezopotamya düzlüklerinde Yeni Assur Krallığı, batıda Fırat’ın hemen ötesinde Melitia (Melid, Malatya), Tablani (Tabal/Kayseri çevresi) ve Qumaha (Kummuh/Kommagene, Adıyaman/Samsat) gibi Geç Hitit devletleri, Kuzeybatı İran’da Urmiye Gölü’nün güneydoğusunda Mana ve Medler gibi krallıklarla komşu ve rakip olarak ortaya çıkmıştır. Bu devletlerden özellikle Assur, MÖ 2. binyılın başlarından itibaren, kurumlarıyla birlikte varlığını sürdüren köklü bir devlet geleneğine ve kentleşme modeline sahipti. Melitia ve Kargamış başta olmak üzere Geç Hitit krallıklarının da yazı, mimarlık ve sanat gibi birçok alanda MÖ 2. binyıldaki Hitit İmparatorluk geleneğini sürdürdükleri bilinmektedir.

Urartu Devleti, Sarduri’den sonra İşpuini (MÖ 830-810) ve Minua (MÖ 810-780) dönemlerinde, 50 yıl gibi kısa bir zaman diliminde en uzak sınırlarına ulaşmış gözükmektedir. Doğu Anadolu ve çevresinin egemenlik altına alınmasını oldukça hızlı bir yerleşim modeli oluşturma süreci izlemiştir. Minua döneminden itibaren Urartu yazıtlarının standart hale getirilen giriş bölümlerinde tanrı ve kral adlarının hemen arkasından kent, kale, tapınak ve kanal gibi inşa projelerinden söz edilir. Yeni yerleşmeler ve yapıların adlarından önce yazılan URU ve É.GAL gibi determinatif/tanımlayıcı işaretlerinden ilkinin “kent” ikincisinin de “saray, kale” anlamına geldiği kabul edilmektedir.

Urartu krallarından Minua (MÖ 810-780), I. Argişti (MÖ 780-756), II. Sarduri (MÖ 756-730), Erimena oğlu Rusa (8. yüzyıl sonları) ve Argişti oğlu Rusa (MÖ 672-650?) “kent” olarak değerlendirilebilecek özelliklere sahip yerleşmeler kurmuştur.

Urartu fibulası.

Minua döneminde Van havzasında Yukarı Anzaf ve Körzüt, kuzeyde ise Patnos/Aznavurtepe inşa edilmiştir. Her üçü de birkaç hektarlık sitadel ve 20 hektar civarındaki aşağı yerleşmeden oluşur. Minua’dan sonra I. Argişti döneminde devlet projesi olarak Arinberd (Erebuni, 14h) ve Armavir (Argiştihinili) gibi büyük kentler Urartu’nun kuzey sınır bölgesinde, günümüzdeki Ermenistan sınırları içinde inşa edilmiştir. II. Sarduri’nin kendi adını verdiği kenti Sardurihili (Çavuştepe) Van Gölü’nün güneyindeki Gürpınar Ovası’ndadır. Urartu’nun ikinci başkenti olarak da anılan Van Ovası’nın hemen doğusundaki Toprakkale’nin Erimena oğlu Rusa tarafından inşa edildiği kabul edilmektedir.

Urartu’nun büyük projeleriyle öne çıkan son kralı Argişti oğlu Rusa’dır. Bu dönemde ikisi Van Gölü havzasında ikisi Aras Nehri havzasında dört kent inşa edilmiştir. Ayanis (Rusahinili KUR Eidurukai) Van Gölü’nün doğusunda, Kef Kalesi (Haldiei URU) hemen kuzeyindedir. Karmir-Blur (Teişebai URU), Ermenistan’da I. Argişti’nin kenti Arinberd yakınında, Bastam (Rusai URU.TUR) ise Kuzeybatı İran’dadır.

Bütün bu kentler, kalelerden farklı olarak bir yolu doğrudan denetleyen boğaz veya geçitte değil tarım potansiyeli yüksek bir ovaya hâkim noktada kurulmuşlardır. Bütün Urartu kentleri devlet tarafından daha önce yerleşim yeri olmayan alanlarda ve planlanarak sıfırdan inşa edilmiştir. Boyutları 12 ile 90 hektar arasında değişen kentler iki bölümden meydana gelir: sitadel ve aşağı şehir.

Urartu kentlerinin sitadeli genellikle bulunduğu bölgeye ve ovaya hâkim noktadaki yüksek bir kayalık üzerine kurulmuştur. İnşa sürecinden önce kayalıkta ihtiyaç duyulan alanlar düzeltilerek altyapı hazırlanmıştır. Sitadelde yönetici sınıfın ikameti ve resmi işleri yürütmesi için saray, tapınak, depolar ve diğer hizmet binaları inşa edilmiştir. Urartu kentlerinin sitadellerinde askeri birimlere ayrılmış mekanlar bulunmamaktadır.

Bir Urartu sitadelinin üç boyutlu tasarımı, Erzincan/Altıntepe esas alınarak yapılmıştır

Saraylar, sitadellerin en görkemli yapılarıydı. Urartu kralı ve kral ailesinden bireyler bu sitadellerde ikamet etmekteydiler. İki katkı olduğu anlaşılan sarayda kabul salonu, harem, mutfak gibi bölümler vardı. Her kentin sitadelinde sarayın yanında kule tapınak ve rahip sınıfı için inşa edilmiş konutlar da bulunmaktaydı. Kuzeybatı İran’daki Bastam’da saptandığı gibi, sitadellerde yöneticilerin atları için ahırlar da yer inşa edilmişti. Yan yana dizilmiş küplerin yer aldığı depolar, merkezi bir depolama sisteminin, ayrıca dağıtım, vergi ve denetim gibi uygulamaların varlığını yansıtmaktadır. Doğu Anadolu’da 5-6 ay kadar süren uzun ve yoğun kar yağışı nedeniyle zorlu geçen kış döneminde sitadelde oturan devlet görevlileri, tapınak personeli ve yöneticilerin ihtiyaç duyduğu yiyecek içecek bu depolarda saklanmaktaydı. Depolardaki ürünlerin miktarı küpler üzerine yazılmakta ve görevliler tarafından mühürlenerek ihtiyaç duyulduğunda dağıtılmaktaydı.

Sitadellerde başta tapınak duvarlarında olmak üzere mimariyle ilişkili taş bloklar üzerine kazılmış çivi yazılı inşa kitabeleri, depo yazıtları veya kralların başarılı seferlerini anlatan yıllıklar bulunur. Her kentte bir yazıcı sınıfının görev yaptığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Urartu’yu tanımlayan parlak kırmızı astarlı lüks kaplar; kalkan, kemer, kılıç ve kazan gibi törensel madeni eserler sitadellerdeki yönetici sınıf için üretilmekteydi. Kentlerde çeşitli uzmanlık alanlarından zanaatkarların devlet için üretim yaptığı açıktır. Kentlerin sitadellerini farklı kılan ve burada yaşayanların ayrıcalıklarını gösteren en önemli kalıntılar, sitadel surlarında, tapınak cephelerinde, revaklı avluları destekleyen payelerde karşımıza çıkan kalker ve bazalt taş işçiliğindeki ustalık ve tarzdır. Arkeolojik kazılarda bulunan fildişi ve cam gibi ithal ürünler, fibula gibi kökeni farklı buluntular ve yönetim biçimindeki kültürel etkiler yaygın bir ticaretin, tüccar sınıfının ve komşularla sıkı ilişkilerin varlığını da gösterir. Bütün bunlar kentlerin sitadellerinin Urartulu elitler için tasarlanmış yaşam alanı ve yönetim merkezi olduğuna işaret etmektedir.

Geleneksel yerleşim biçimlerine uygun olmayan kayalık yükseltilere inşa malzemesi taşımak ve içme suyu gibi zorunlu ihtiyaçları getirmek oldukça zordur. Ayrıca engebeli bir kayalık üzerinde yönetim merkezinin binalarını yerleştirmek için altyapı oluşturmak, ihtiyaç duyulan zaman ve işgücünü oldukça artırmış olmalıydı. Kentlerin çoğu sitadel için inşa edilmiş gözükse de her birinde bir aşağı kentin/yerleşmenin varlığı anlaşılmaktadır. Doğu Anadolu’nun zor koşullarında yapımı, birkaç bin işçiyle, yıllarca sürmüş olması gerektiği anlaşılan sitadellerin ayakta kalması, ihtiyaçlarının karşılanması ancak kalabalık bir nüfus ile mümkündür. Ayrıca sitadellerde askerî birlikler için düzenlenmiş mekân bulunmaması, güvenliğin de aşağı şehir kapsamında planlanmış olduğunu düşündürmektedir. Sitadellerin inşa aşamasında şantiye olarak kurulan geçici yerleşmelerin inşaat bitince aşağı yerleşme olarak geliştiği öngörülebilir. Urartu yazıtlarında kral I. Argişti’nin ülkenin batısındaki Hatti bölgesinden tehcir ettiği 6600 kişiyi, yeni kurulan Erebuni (Arin-berd) kentine yerleştirdiğini kaydetmesi, sitadel dışındaki yerleşmenin planlanması ve bu türde kentlere tehcir yoluyla getirilen nüfus miktarıyla ilgili olarak değerlendirilebilir.

Kule biçimli Urartu tapınağı ve revaklı avlusu, üç boyutlu tasarım

Doğu Anadolu gibi zor bir coğrafyada, tasarlanarak inşa edilen bu kentlerin yaşaması, bütünüyle devletin varlığına, düzeni korumasına ve gelirlerin sürekliliğine bağlıdır. Kentler için yapılan yatırımlar arasında, tarımı geliştirmeye yönelik açılan su kanalları ve inşa edilen göletler önemli bir yer tutar. Van Gölü havzası, Patnos çevresi ve Aras havzasında yazıtlarla belgelenen ve kalıntıları günümüze ulaşan bu tür projelerin izleri belgelenmiştir. Kentin sitadelinde oturan yönetici sınıf ve bürokrasinin giderleri, aşağı şehir halkının içme suyu ve diğer zorunlu ihtiyaçları düzenli işleyen bir sistem ve organize bir çabayla karşılanabilirdi. Bu nedenle devletin yıkılışıyla kentlerden çoğunun ıssızlaşması şaşırtıcı değildir.

Aşağı şehirlerde, sivil halkın yaşadığı alanlarda yeterince araştırma yapılmadığı için ne kadar insanın yaşadığını tahmin etmek zordur. Ancak yukarıda I. Argişti yazıtı ve kentlerin 20-90 hektar arasında değişen boyutları göz önüne alınarak kabaca 3-5 bin ile 10 bini aşan sayıda nüfusa sahip oldukları söylenebilir. Doğu Anadolu’nun zorlu uzun kış mevsiminde daha büyük grupların iskanının bu dönem için neredeyse imkânsız olduğu söylenebilir.

Doğu Anadolu ve çevresinde, krali kentlerde ortaya çıkan ve Urartu’yu tanımlamakta kullandığımız kriterlerin birçoğuna sahip olmakla birlikte bazı temel özellikleri bakımından onlardan ayrılan kaleler tarafımızdan eyalet merkezi olarak tanımlanmıştır. Örneğin Erzincan/Altıntepe ve Varto/Kayalıdere’de ortaya çıkarılan kare tapınak, depolar, drenaj sistemi ve sitadel surları kentlerdekilerle oldukça yakın özellikler taşır. Ancak bu merkezlerin Urartu ülkesindeki dağılımı ve boyutları bunların inşa edilme amaçlarının kentlerden farklı olduğunu göstermektedir. Ayrıca bunlarda Urartuca yazıt bulunmaması önemli bir fark olarak algılanmaktadır. Urartu ülkesinin batısından doğuya doğru Erzincan/Altıntepe, Palu, Hasankale/Pasinler, Kayalıdere ve en doğuda Verahram’ın eyalet merkezi olarak tanımlanması gerektiğini düşünmekteyiz.

Erzincan/Altıntepe Urartu tapınağı

Eyalet merkezleri, kentlerden oldukça küçüktür ve Verahram dışında 2 ile 4 hektar arasında değişen boyutlara sahiptir.  Ayrıca kentlerden yalnızca başkentte çok odalı kaya mezarları bulunurken, eyalet merkezlerinin tümünde valilere ait olduğu anlaşılan çok odalı kaya mezarı vardır. Urartu ve Assur yazıtlarında ENNAM olarak tanımlanan 10’un üzerinde Urartu valisinin eyalet merkezlerinde görev yaptığı anlaşılmaktadır.

Sonuç

Urartu Devleti, yalnızca başkentlerini geliştirmeye odaklanan Anadolu Demir Çağ krallıklarının aksine, ülkenin birçok noktasında bazıları başkentten daha büyük yerleşmeler inşa etmiştir. Krallığın Doğu Anadolu’daki geleneksel yaşam biçimini değiştirme çabasını ve kendine özgü yönetim anlayışını en iyi yansıtan projelerin başında kurulan kentler gelir.

Sfenks, Hermitage Müzesi, Leningrad

Kentler, idari ve ekonomik merkezlerdi. Bu kentlerde, atölyelerde üretilen Urartu’ya özgü çanak çömlek, tekstil, maden eserler ve lüks takılar yanında ticaret yoluyla gelen ithal ürünler de kullanılmaktaydı. Elimizdeki mevcut verilerle kentlerin sayının en az 12 civarında olduğunu söyleyebiliriz. Urartu kentlerinin tümü, Doğu Anadolu coğrafyasına uygun biçimde devlet tarafından inşa edilmiştir. Kanımızca kentlerin sitadelindeki saraylarda kral ailesinin üyeleri kalmakta, ölünce de başkentte krallar ve aileleri için yapılan çok odalı kaya mezarlarına gömülmekteydiler. Bu nedenle kentlerde çok odalı kaya mezarı bulunmamaktadır.

Urartu kent modeli, kendine özgü yanları olmasına rağmen Önasya’da bütünüyle yeni değildir. Kentlerin genel plan anlayışı birçok bakımdan çağdaşı Yeni Assur Krallığı’nın kentleriyle benzer özellikler taşımaktaydı. Assur başkentleri de içinde saray, konaklar ve tapınaklar olan bir sitadel, askeri kışla ve aşağı şehirden oluşmaktaydı. Bu kentler Kalhu ve Ninive’de olduğu gibi eski bir yerleşimde ise, planın uygulanması için eski olanlar temizlenmekte, altyapı oluşturulmakta ve plan çerçevesinde yeniden inşa edilmekteydi. II. Sargon’un inşa ettirdiği Dur-Şarrukin ise Urartu kentleri gibi yerleşim olmayan bir alana bütünüyle sıfırdan inşa edilmişti.

Malazgirt Ovasında günümüzde hayvancılık yaygın biçimde devam etmektedir.

Urartu Devleti’nin iskân politikası ve planlı kent inşa projeleri, Doğu Anadolu’daki yarı göçebe toplumların bir bölümünü değişime zorlamıştır. Ancak çabanın geleneksel yaşamı bütünüyle değiştirecek şekilde başarılı sonuçlandığını söylemek zordur. Urartu Döneminde Doğu Anadolu’da toplumsal yaşamda değişim, devletin yönlendirmesi ve planlamasıyla kentlerde ve bir ölçüde eyalet merkezlerinde meydana gelmiş; aşiretlerin bulunduğu kırsal alanlarda ve yaylalarda ise geleneksel yarı göçebe toplumlar varlığını sürdürmüştür. Urartu’nun MÖ 7. yüzyılın sonlarında yıkılmasıyla birlikte Doğu Anadolu’da devletin çabasıyla oluşturulmaya çalışılan kentli yaşam biçimi de son bulmuştur.

 

Aktüel Arkeoloji Dergisi 78. Sayı - Kentlerin Doğuşu 

www.arkeolojidukkani.com

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Macaristan’da Zırhı, Silahları ve Atı İle Gömülmüş Avar Savaşçısı Bulundu

Déri Müzesi'nden arkeologlar, Macaristan'ın kuzeydoğusunda, Ebes yakınlarındaki bir Erken Avar mezarında eksiksiz bir lamel zırh seti ortaya çıkardılar. Bu eser 7. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir ve şimdiye kadar büyük ölçüde sağlam ve orijinal konumunda keşfedilen ikinci Panoniyen Avar lamel zırhıdır. İlki 2017 yılında Ebes'in sadece 16 kilometre güneyindeki Derecske'de bulunmuştu.

SON İÇERİKLER