Veba Antropolojisi: Biyoarkeolojik Analizlerle Salgın Mezarlarının İç Yüzü

On dördüncü yüzyılın ortalarında Avrasya ve Kuzey Afrika boyunca hızla yayılan, Orta Çağ vebasının ilk salgını Kara Ölüm, insanlık tarihinin en yıkıcı salgın hastalıklarından biriydi. Çok kısa bir süre içerisinde Avrupa’da on milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Bu hastalık Batı Avrasya ve Kuzey Afrika’da sosyal, demografik ve ekonomik değişimleri başlatmış ya da geliştirmişti, bu sebeple onlarca yıldır çeşitli araştırmacıların ilgisini çekti. Yüzyıllarca önceki olayları şekillendirmesinin yanı sıra, Kara Ölüm günümüzde hala ilgi çekici olmaya devam ediyor, çünkü bu salgına neden olan patojen bakteri modern vebaya da sebep olan Yersinia pestis bakterisi. 

Moleküler kanıtlara göre Justinianus Vebasının da aynı bakteri Y. pestis nedeniyle gerçekleşmesi, Kara Ölüm’ün neredeyse bin beş yüz yıl boyunca insanları etkilemiş korkunç bir hastalık olduğunun belirtisidir. Vebanın devam eden varlığı ve tehdidi gösteriyor ki, coğrafi ve zamansal değişimin ölçüsünü anlayabilmek, gelecekte türümüz üzerinde olabilecek etkisine karşı hazırlıklı olabilmemiz için son derece önemlidir.

Bu makale, özellikle on dörncü yüzyılın ortasındaki, salgın kurbanlarının iskelet kalıntıları üzerine tahmini olarak ortaya atılan Orta Çağ ölüm  oranı  kalıplarının yeninden yapılanlmasını amaçlamıştır. yle bir araştırma birkaç sebepten dolagerekli. Her ne kadar moleküler kanıtlar, özellikle geno sıralaması araştırmaları Kara Ölüm’ün Y. pestis nedeniyle olduğunu açıkça ortaya koysa da bu nispeten yakın zamanda gerçeklmiş bir keşiftir. Şüphe duyulan kurbanlar ve daha yakın dönem salgınları kurbanları yerine açık olarak on dörncü yüzyıl vebasına ait örnekler kullanan ve Y. pestise özgü genetik dizileme (sekanslama) elde eden en ikna edici ve en az tartışmaya yol an, moleküler çalış- malar, 2009’dan beri yayımlanmaktarlar. Bu yeni moleküler anlayış öncesinde, Kara Ölüm sıkça tartışılmaktay ve araştırma- cılar titiz ayrıntılarla modern hastalıkların tarihi hastalıklardan nasıl farklılık gösterdiğini netleştirmek üzere harekete geç- mlerdi. Nihai amaçları, Kara Ölüm’ün gerçekten veba olup olmadığını (ve eğer veba ise, buna sebep olan Y. pestis'in mizacının yüksek öldürücülükte olup olmadığı) anlayabilmekti. Moleküle buluntuların  heyecan  verici doğası, birçok insanın Orta Çağ vebasına hangi patojenin sebep olduğunu teşhis etmenin önemini unutmasına neden oldu. Şimdi bu salna Y.pestis'in neden olduğunu bildiğimize göre (bilimsel araştırmalarda mümkün olduğu ölçüde), araştırma hastalığın zaman ve mekandaki değişikliklerle olan  bağlantısını netleştirebilir, anlayışımızı geliştirip genletebilir; öncelikle ilk olarak, vebanın öldürme gücü (ör. Kara Ölüm sırasında ölüm oranı neden bu kadar yüksekti?); ikinci olarak, konak-patojen etkilimleri (ör. Orta Çağ salgınlarında konak nüfusun dinamiği hastalığın dinamiğine nasıl etki etmekteydi?); ve üçüncü olarak, bu belirli hastalık gelecekte kendini nasıl dışarı vurabilir (ör. Gelecekte olabilecek muhtemel bir Y. pestis kaynaklı salgın Orta Çağdaki can kaybı ve yayılım kalıplarına yaklaşacak mı?)

Kara Ölüm’ün insan kontekstini biyoarkeolojik araştırmalar ile açıklığa kavuşturmak bu hedefler için çok önemlidir. Biyoarkeoloji, demografi, sağlık ve geçmişte yaşamış toplumların hayat tarzları ile ilgili anlaşımızı geliştirmek amaçlı arkeolojik kazı alanlarından çıkarılan insan iskelet kalın- tılarının üzerinde çalışılmasıdır. Biyoarkeologlar, bu kalıntıları inceleyip, insanların öldükleri yaşı, kadın ve ya erkek olduklarını,klıkla hangi yiyecekleri tükettiklerini, ölümlerinden önce ne kadar sağlıklı ya da sağlıksız olduklarını (iskelet üzerindeki bazı fizyolojikaretlerin varlığı ya da yokluğuna dayanarak), bireyler arası bir şiddete maruz kalıp kalmadıklarını ve iskelet üzerinde ya da içinde kanıt bırakan diğer olayları ortaya çıkartırlar. Biyoarkeolojik araştırmalar, hem Y.pestis hem de tarihi salgınlardan etkilenen insanlar üzerine süregelen moleküler analiz (ör. DNA ve bağışıklık çalışmaları) sonuçlarını bütünüyle ele almak açısından çok önemli olan demografik verileri sağlar.

Orta Çağ ve moder bakteriyel suşların, virülan ile ilişkili genom bölgelerindeki önemli fonksiyonel  farklılıkların eksikliği üzerine yeni ele geçen kanıtlar bu bağlamda çok önemli. Salna sebep olan pato- jendeki genetik değimlerin dışında başka faktörlerde  vebanın  epidemiyolojisindeki değimlerden kısmen mesul olduğu görüşünü ortaya koyuyor

Demografik ve moleküler verilerin birleşimi, Orta Çağda sağlığı ve demografiyi etkileyen faktörlerin ayrıştırılmasına- yani, hayatta kalan nüfusun demografisini ve sağlık modellerini vebanın biyolojik etkilerinin mi yoksa salgının sosyal ve ekonomik sonuçlarının mı şekillendirdiğini belirleyebilmeyi sağlar. Kara Ölüm üzerine bu tür disiplinler arası çalışmaların, nüfus dinamikleri ve hastalık dönemlerine karşı genel olarak insanların biyolojik reaksiyonlarını daha net açıklama potansiyeli vardır. Böylece hastalıkların insan demografisini (yaş ve cinsiyet yapıları, nüfus yoğunluğu ve artışı dâhil) ve insanlığın evrimini (örneğin, doğal seleksiyon olarak rol alıp, nispeten güçlü bağışıklık reaksiyonları ve genetik direnç olarak sonuçlanır) tam olarak nasıl ve neden şekillendirdiğini anlamamıza yardımcı olur. Sonuncu olay ile ilgili, Crespo ve Lawrenz (2014) Kara Ölüm sırasında bağı şıklık yeteneğinde çok kökenliliğin, salgının risklerini ve ölüm oranını nasıl etkilediği, vebanın öldürme oranının hayatta kalan nüfusun bağışıklık fonksiyonlarını nasıl etkilediğini ayrıntılı olarak anlatmışlardır.

Özellikle Kara Ölüm dinamiklerini anlayışımızı geliştirmeye ek olarak, salgının bioarkeolojik çalışmaları, yeni görülmeye başlanan hastalıklarla ilgili şu anki endişelerimizle de yakından alakalıdır. Yeni türeyen hastalıklar, yeni ve bağışıklık bakımından saf bir konak nüfus ile karşılaştığında görülme sıklığı artan hastalıklardır. Son otuz yılda, HIV/AIDS, Batı Nil Virüsü ve SARS dâhil olmak üzere elliden fazla yeni hastalık ortaya çıkmıştır ve başka yeni hastalıklar da görülecektir. On dördüncü yüzyılda Kara Ölüm de böyle yeni türeyen bir hastalık olarak ortaya çıkmıştı ve bu kadim yeni hastalığın günümüze kadar dayanıklılığını koruması, antropolojik perspektifte inceleme adına oldukça ideal bir fırsat sunmakta.

Bu incelemeler yeni ortaya çıkan hastalık dinamiklerinin uzun süreli eğilimlerini izleme, böylece bu tarz hastalıkların insan nüfuslarındaki etkilerini anlama ve gelecekte bizleri nasıl etkileyeceğini öngörmeye yardımcı olmakta.

Salgını daha iyi anlayabilmemiz için, Kara Ölüm üzerine yapılan biyoarkeolojik çalışmalar, ortaya çıkan patojenlerdeki öldürme gücünün geçirdiği evrim modellerini değerlendirebilmek için ihtiyaç duyulan veriyi sağlamaktadır. Bu araştırmalar, ortaya çıkan hastalığın epidemiyolojisindeki değişimlerin, insan adaptasyonu, insan ya da diğer canlı konakların demografi ya da hareket tarzı, ya da sebep olan patojenin evrim geçirmesi hakkında oluşan soruları cevaplamamıza yardımcı olur.

Dahası, biyoarkeolojik araştırmalar, heterojen kırılganlık olayını seçici ölüm oranını (yüksek risk taşıyan bireylerdeki aşırı ölümler) ve bu olayların hayattaki ve geçmişteki toplumların dinamiklerini nasıl etkiledikleri, şekillendirdiklerini anlama çabalarımıza katkıda bulunur. Çünkü salgına karşı hassaslıklar ve bunun ölümle sonuçlanması, genetik, biyolojik, çevresel,sosyo-ekonomik ya da zaafı sağlayan başka sebeplerden ötürü toplumdaki her bireyde farklılık gösterir. Herhangi bir afet veya felaket olmadığı normal bir zamanda ölüm oranının seçici olması beklenir: yani, bireylerin farklı zaaflarından ötürü, hayatlarını kaybeden bireyler her yaştan rastgele olarak değil, ölme olasılığı yüksek olan bireyler arasından gerçekleşmektedir (en yüksek zaafları olanlar).

Birçok araştırmacı, yaşayan toplumların sağlığını iyileştirebilmek ve ölüm eşitsizliklerini ortadan kaldırabilmek için heterojen zafiyetin kökenini ve de sonuçlarını ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Modern insan biyolojisini anlayabilmek için, bu süreçleri geçmiş üzerinden de anlayabilmek, özellikle parazitli ve bulaşıcı hastalıklar bağlamında (insan tarihi boyunca ve de günümüzde en çok ölüm sebebi bu hastalıklardan kaynaklı olmuştur) çok önemlidir. Yaş, cinsiyet fizyolojik stres tarihçesi (gıdasızlık ya da bulaşıcı hastalıklar) gibi biyolojik olayların insan tarihi boyunca yaşanmış en etkili salgın hastalık sırasında ölüm oranlarını nasıl etkilediğini ortaya çıkartarak, Kara Ölüm araştırmalarının, aradan geçen yüzyıllar boyunca nüfusu nasıl ve neden etkilediğini açığa çıkaracak potansiyeli vardır.

Kara Ölüm aynı zamanda, heterojen zafiyet ve seçici ölümlerin, kriz ölüm oranları süresince -ki sanayi öncesi toplumların deneyimi tüm dünyada bu şekilde nitelendirilebilir- nasıl işlediğini çalışmak için bir konu sunmakta.

Kara Ölüm Can Kaybı Oranı Modellerinin Belgesel Kanıtı

Tarihi belgelerden elde edilen veriler üzerine yapılan çalışmalar, Kara Ölüm’ün yıkıcıdoğasını doğrulamış ve salgın sırasındaki can kayıplarının muhtemelen daha önce düşünülenden çok daha yüksek sayıda olduğunu göstermiştir. Bölge sakinleri tarafından yapılan ödemelerin mahkeme kayıtlarındaki veriler kullanılarak, Poos (1991), Essex’teki malikânelerde  yaşayan on iki yaş üzeri erkeklerinyıllık toplam ölüm oranlarını hesaplamıştır. Hesaplamalarına göre birçok malikane er kek sakinlerinin %54 gibi bir miktarını Kara Ölüm sırasında kaybetmiştir. Wood, Ferrellve DeWitt-Avina (2003) İngiltere, Lincoln piskoposluk bölgesindeki maaşlı papazların ölüm verilerini analiz etmişlerdir. Kara Ölüm’den önceki on sekiz ay boyunca papazların ortalama ölüm oranı 1000’de 38.9 iken, Kara Ölüm’ün başlangıcı ile birlikte gelen on iki aylık dönemde bu oran 1000’de 463.6'ya yükselmiştir.

Kara ölüm sırasında papazların ölüm oranı on bir kat daha fazladır ve daha da çarpıcı olarak, aylık ölüm oranları salgın öncesinden otuz beş-kırk beş kat daha artmıştır. Kara Ölüm’ün toplam can kaybı oranı, etkilenen Avrupa toplumlarının genel nüfusunun %30 ila %50’sidir.

 

Yazının devamı için...

Aktüel Arkeoloji 77. Sayı - Covid-19 İlk Değil

www.arkeolojidukkani.com

 

 

 

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER