Çatalyöyük İnsanları

Çatalhöyük’teki iskelet topluluğu; yerleşimdeki bireylerin nasıl yaşadığı, avcı toplayıcılıktan bitki ve hayvanların evcilleştirilmesine ve yerleşik hayata geçişe adapte olma sürecini nasıl tecrübe ettikleri üzerine kişisel fikirler sunar

  • Yazar : Marin A. PILLOUD, Scott D. HADDOW, Clark SPENCER LARSEN, Christopher J. KNÜSEL, Jessica PEARSON, Marco MILLELA, Simon HILLSON, Christopher RUFF, Evan GAROFALO, Joshua SADVARI, Başak BOZ, Lori D. HAGER, Sabrina AGARWAL, Bonnie GLENCROSS, Patrick BEAUCHESNE
  • Tarih : 2020-05-24 23:36:31

Lori Hager Neolitik mezar buluntularını kaydederken. Fotoğraflar Jason QUINLAN, Çatalhöyük Kazı Arşivi

İnsan kalıntılarının arkeolojik bağlamda (örneğin, bioarkeoloji araştırma alanında) incelenmesi, insanların geçmiş yaşam şekilleri ve koşulları üzerine daha çok bilgi sunabilir. İnsan iskeleti, kemik ve dişlere yaşanmışlıkları kaydederek her bireyin biyolojik geçmişinin atlası olarak hizmet eder. Araştırmacılar iskelet örneklerini inceleyerek örneğin demografik profili (yaş, cinsiyet, vb.), stres seviyeleri, hastalık, beslenme, faaliyet ve biyolojik ilişki - bu akrabalık, sosyal yapı ve göç üzerine soruları araştırmakta kullanılabilir - gibi konularda tahminlerde bulunulabilir. Çatalhöyük, yoğun bir araştırmaya konu olan 60’lı yıllardaki ilk kazılardan bu yana birikmiş geniş bir iskelet koleksiyonuna (500 bireyden fazla) sahiptir. Bu makalede Çatalhöyük’te ölü kültü, demografi, stres, faaliyet ve sosyal yapı üzerine yeni araştırmalara yer verilecektir.  

Çatalhöyük’te ölüler, bacakları sıkıca bükülmüş halde hemen hemen sadece evlerin içinde, sıklıkla merkez odanın kuzey ve doğu sekilerinin altına defnedilmiş olarak bulunmaktadır. Yeni doğan ve bebek mezarları genelde evin daha farklı mekanlarında bulunabilmektedir. Çoğu mezar hediye bulundurmaz, varsa da sınırlı miktardadır. Bu mezarların çoğu tek kişiliktir. Fakat, tek bir mezar alanının tekrar kullanıldığını gösteren birbirine karışmış kalıntıların olduğu durumlar da (örneğin; çok sayıda bireyin eklemlerinden ayrılmış, gevşek kalıntıları karışmış halde) vardır. Bunlardan bazılarında vücut bölümleri yer değiştirilip tekrar düzenlenmişti. Bazı nadir durumlarda vücut bölümlerinin keskin aletler kullanılarak ayrıldığını gösteren iskelet kalıntıları üzerinde kesik izleri görülmüştür. Ancak, 60’larda Mellaart’ın önerdiği gibi Çatalhöyük sakinlerinin ölünün vücudundan etini ayırdığı veya defninden önce vücudu alıkoyarak gömülmeden önce kurumasını sağladığı yönündeki kanıtlar gittikçe artmaktadır. Yumuşak dokunun ayrılması veya kütlece azaltılması, ölülerin sıkıca bükülmesini açıklayabilir ve evin içinde çürümenin zehirleyici etkilerini azaltacak, aynı zamanda vücut bölümlerinin ayrılmasında kolaylık sağlayacaktır. Akbabaların vücuttaki eti yiyip kemikleri bırakmasının, ölünün etini ayırmakta kullanılan yöntemlerden biri olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır. Akbabaların insanlara saldırdığı duvar boyamalarının olması, akbabaların yerleşimdeki sembolik önemini kanıtlamaktadır.

Çatalhöyük’teki iskelet topluluğu çalışılarak erken yerleşen bu toplumun demografisi anlaşılabilir. Araştırmacılar iskeletteki değişimleri, ağırlıklı olarak ergenlikten sonra hormonlarla değişime uğrayan pelvis (kalça) ve kafatasını, gözlemleyerek yetişkin bir bireyin biyolojik cinsiyetini (kadın veya erkek) tahmin edebilir. Yaş, çocukluktan yetişkinliğe gerçekleşen büyümeyle ilişkili gelişimsel süreç üzerinden tahmin edilir. İskelet olgunlaşmışsa (örneğin, büyüme durduysa) yetişkinliğin erken dönemlerinden geç dönemlerine kadar yaş tahmini yapmak için çeşitli bozulmalardan kaynaklanan değişimler belgelenebilir. Çatalhöyük’teki kalıntıların cinsiyet tahminleri, höyükte kadın erkek arasında toplam sayı veya ölüye muamelede bir eşitsizlik göstermemektedir. Yaş tahminleri tüm yaş gruplarının temsil edildiğini göstermektedir. Ancak iskeletlerin yarısı gençtir – yüzde 34’ü öldüğünde 0-3 yaş, yüzde 23’i 3-19 yaş aralığında. Paleodemografik çalışmalarda, arkeolojik iskelet kalıntılarında görülen bu tip yaş yapısının doğurganlığın ve nüfus artışının bir yansıması olduğu ve çocuk ölüm oranının fazlalığını tam olarak da göstermeyeceği anlaşılmıştır. Genç sayısının, özellikle 3 yaşın altındaki bireylerin, bu kadar çok olması, Çatalhöyük sakinlerinin, olasılıkla evcilleştirilmiş gıdaya ulaşımla birlikte yerleşik hayata geçmekten kaynaklanan, doğurganlığının arttığını ve doğumlar arasındaki sürenin kısaldığını göstermektedir. Doğurganlıktaki bu artış aynı zamanda zamanla nüfus miktarı ve yoğunluğu artışında rol oynamış olabilir.

Günümüze kadar yerleşimde bulunan tek sıvanmış kafatası. Bir erkeğin sıvanıp boyanmış kafatasını tutan bir kadın. Mezar  ©Kathryn Killackey

Arkeolojik kayıt yerleşimde hangi gıda kaynaklarının bulunduğunu gösterir (örneğin, korunmuş tohumlar, hayvan kemikleri). Ancak iskelet kalıntıları hangi gıdaların ne oranda tüketildiğini gösterebilir. Bazı bitkiler kullandıkları farklı fotosentetik yolların yansıması olarak karbon izotoplarına bakılarak ayırt edilebilir. Aynı şekilde azot izotopları gıda kaynakları, özellikle denizel ve karasal proteinler, arasında farklılık gösterir. Bu besinsel izotoplar iskelet dokusuna işler ve bireyin son 10 yılında tükettiği besinleri temsil eder. iskelet kalıntılarındaki bu kararlı izotopların (13C, 12C, 15N ve 14N) incelemeleri, kadın ve erkeklerin bitki ve hayvan tüketiminde benzer beslenme tarzına sahip olduklarının ortaya çıkarmıştır. İlaveten, önde gelen protein kaynağı olasılıkla koyun ve sığırdı. Azot izotopu, emzirme ve sütten kesme yaşını incelemek için de kullanılabilir. Anne sütü tüketen bebeklerde azot değerlerinin oranında artış yaşanır. Böylece bu azot izotopları yaşa göre çizilebilir ve çocukların yetişkinlerle benzer seviyeler gösterdiği yaş, sütten kesilme yaşını gösterecektir. Yaşamın ilk üç yılında gerçekleşen azot değerlerindeki düşüş, sütten kesmenin 18’inci ayda başlayıp 3 yaşında tamamlandığını göstermektedir.  

Stres, vücudu doğal dengesinden (veya dengeleşiminden) ayıran her şey olarak tanımlanabilir. İskelet üzerinde izler bırakabilecek birçok “stres etkeni” vardır. Bu izler araştırmacıların sağlığın ve beslenmenin geçmişteki çeşitli yönlerini keşfetmesini sağlar. Osteoperiyostit, kemiğin dış yüzeyini kaplayan dokunun (periyost - kemik zarı) iltihaplanmasıdır. İltihaplandığı zaman kemik, zar ve kemik arasındaki dış kortikal (kabuksal) yüzeyde tortu bırakabilir. İltihap; travma, enfeksiyon, hastalık gibi çok sayıda etmenden kaynaklanabilir. Dolayısıyla osteoperiyostit özgül olmayan stres için bir göstergedir. Çatalhöyük’te osteoperiyostit oranları erkeklerde (%14.8) kadınlara (%12.5) göre biraz daha fazladır ve en yüksek oran 0-3 yaş arasındadır. Bu bulgular osteoperiyostitin enfeksiyon sonucu oluştuğunu destekler ve en genç yaş gruplarında oranın yüksek olması, onların risk taşıyan gelişmemiş bağışıklık sistemlerinin göstergesidir. Çocuklukta görüldüğü gibi büyüme ve gelişme, biyolojik strese karşılık yavaşlatılabilir veya durdurulabilir. Çatalhöyük’te büyüme oranı, uzun kemiklerin uzunluğunu kullanıp boyu yeniden yapılandırarak hesaplanmıştır. Doğumdan yetişkinliğe olan bu büyüme oranları, arkeolojik Kızılderili iskeleti örneği (Arikara) ve Colorado Eyaleti Denver şehrinde belgelenen yirminci yüzyıl orta sınıf nüfusundan (Denver büyüme çalışmaları) hesaplanan büyüme oranlarıyla karşılaştırıldı. Bu üç grup, Denver örneğinin büyüme oranın hızlandığı ergenlik dönemine kadar benzerlik gösterir. Bu sonuçlar, Kızılderili ve modern örneklerden daha kısa bir yetişkin boyuna ulaşsa da, Çatalhöyük’te çocukların genelde yeterli besini aldığını gösterir.   

Faaliyet seviyesi, tüm uzun kemiklerin şekil ve kuvveti üzerinde yapılan incelemelerle hareket sonucu kemiğe uygulanan kuvvetin yansıması olarak hesaplanabilir. Uyluk kemikleri üzerinde yapılan bir çalışma Çatalhöyük nüfusunun çok çalıştığını göstermiştir. Erkekler kadınlara oranla biraz daha seyyar olduğu ve yerleşimin genelinde, hem kadın hem erkeklerde, mobilitenin arttığı görülmektedir. Bu durum kaynaklara ulaşmak için seyahat etmeyle ilişkili olabilir.

Çatalhöyük’ün sosyal yapısı, yerleşim boyunca bireyler arasındaki biyolojik ilişkileri inceleyerek araştırılmaktadır. Uzun zamandır biyolojik ilişkilerin yerleşimin organizasyonunu tanımlamada anahtar olduğu ve akrabalığın ilişkileri açıklayacağı varsayılır. Dolayısıyla aynı ev içinde birlikte gömülen insanların birbiriyle biyolojik bağlarının olması ve ev halkını temsil etmesi beklenir. Bu hipotez dişlerin kalıtsal özellikleri kullanılarak test edilmiştir. Bu kalıntılardan DNA’nın çıkartılması oldukça zordur. Sonuç olarak diş, biyolojik akrabalığın genetik temsilcisinin vekili olarak kullanılmıştır. Bu çalışmanın sonuçları gösteriyor ki, birlikte gömülen bireyler iskelet açısından birbirlerine yerleşimin başka yerindeki bir bireyden fazla benzerlik göstermez, bu sebeple bu bireylerin arasında biyolojik bağ olasılıkla yoktur. Bu tarz bulgular Çatalhöyük’teki sosyal yapının karmaşıklığını vurgular. Yani ilişkiler, biyolojik akrabalıklara değil, sosyal ve kültürel sebeplere dayandırılarak tanımlanmıştır.

Çatalhöyük’teki iskelet topluluğu; yerleşimdeki bireylerin nasıl yaşadığı, avcı toplayıcılıktan bitki ve hayvanların evcilleştirilmesine ve yerleşik hayata geçişe adapte olma sürecini nasıl tecrübe ettikleri üzerine kişisel fikirler sunmaktadır. Bu samimi tasvir sosyal yapının karmaşıklığını, kültürel adaptasyonların stresin biyolojik etkenlerini azalttığını, mobilitede farklılıkları, doğurganlığın arttığını göstermektedir. İnsan kalıntıları muazzam ve zengin arkeolojik kayıtla birlikte Anadolu’da Neolitik üzerine daha incelikli bir fikir sağlar ve böylece yerleşik hayat anlayışımızı güçlendirir.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER