Zeugma

Mezopotamya’nın Eşiği

Bugün Gaziantep ili sınırları içinde yer alan ve Antik Yunancada “geçit” anlamına gelen Zeugma, antik dünyada, Fırat Nehri kenarında Mezopotamya’ya geçişi sağlayan en stratejik noktada yer almaktaydı.

Mousalar Evi’nde gerçekleştirilen kazılar

Fırat nehri boyunca kuzeyden güneye ve doğudan batıya uzanan önemli ticaret yolları üzerinde yer alan kent, Hellenistik Dönemin en önemli krallıklarından biri olan Seleukos Krallığı’nın kurucusu Seleukos Nikator tarafından MÖ 300 yılları civarında kurulmuştur. Fırat’ın üzerinde yer alan kent, aslında ortadan nehrin ayırdığı karşılıklı iki kent şeklinde kurulmuştur. Hellenistik Dönemin, kültürleri birleştirme politikalarına uygun olarak tasarlanmış olan bu iki şehirden Fırat Nehri’nin batı yakasında ve bugün Gaziantep sınırları içine yer alan kente, kralın isminden yola çıkarak Seleukia, Fırat’ın batısında kalan yere ise Seleukos’un Pers asıllı karısı Apama’dan yola çıkılarak Apamea denmiştir. Yapılan arkeolojik araştırmalar ve epigrafik verilerden, Apamea şehrinde yaşayanların büyük bir kısmının Sami ırkından gelen topluluklar olduğu, Seleukia sakinlerinin ise I. Seleukos Nikator’un Makedonya ve batıdaki bazı Yunan kentlerinden kente getirip yerleştirdiği göçmenlerden, kısacası Yunan-Makedon diyebileceğimiz bir topluluktan oluştuğunu söyleyebiliriz.

Seleukia, MÖ 162 yılında Seleukos Krallığı’ndan ayrılarak kurulan Kommagene Krallığı’nın topraklarına MÖ 63 yılında Pompeius tarafından dahil edilen Kommagene’nin en önemli dört kentinden biri haline gelmiştir. Kommagene kralı I. Antiokhos Theos’un bu dönemde Seleukia’da Kommagene kraliyet pantheonunun ve yönetici kültünün kente yerleştirilmesiyle ilgili iki önemli projeyi başlattığını biliyoruz. Bunlardan biri Hellenistik agoranın kuzeyinde yer alan bir temenos yapısı, diğeri ise Belkıs Tepe olarak adlandırılan ve Erken Demir Çağından beri kullanılmış olan, kentin en yüksek yerinde akropol niteliğinde yer alan kutsal alandır. Belkıs Tepe’deki bu kutsal alan kentin kurucusu I. Seleukos Nikator döneminde yeniden düzenlenmiş, ancak en büyük mimari ve heykel projeleri büyük olasılıkla I. Antiokhos Theos döneminde gerçekleşmiştir.

Mousalar Evi’nde bulunan heroinelerin betimlendiği mozaikler

MÖ 1. yüzyıl içinde artık Zeugma olarak anılan kent, MÖ 31 yılından sonra Roma hâkimiyetine girmeye başlar ve MS 17 yılından itibaren ise Roma Eyalet yönetim sistemine dayalı bir uygulamaya geçer. Bu süreçte Zeugma idari olarak her ne kadar Roma’ya bağlı görünse de, Roma imparatorlarının Kommagenelilerin tercihleri doğrultusunda yönetimde I. Antiokhos Theos’un çocukları ve torunlarına yetki verdiklerini görüyoruz. Ancak Kommagene kraliyet ailesinin yönetimde kaldığı bu süreç, İmparator Vespasianus zamanında ortaya çıkan ve “Bellum Commagenicum” (Kommagene Savaşı) olarak tarihe geçmiş olan Roma ve Kommagene halkı arasında meydana gelmiş kısa çatışma döneminden sonra, yaklaşık MS 72 yılında sona erer. MÖ 31’den MS 72 yılına kadar geçen süreçte Zeugma’da iki önemli Roma lejyonunun konuşlandığını görüyoruz. Bunlardan ilki 10. Roma Lejyonu Fretensis, diğeri ise MS 70 yıllarında gelen ve kentte uzun süre kalan 4. Roma Lejyonu Skythika’dır. Bu dönem, Zeugma’nın Romalılaşma sürecidir ve kente imparatorluk topraklarından birçok yeni yerleşimcinin gelerek kentin fiziki sınırlarının genişlediği, imar çalışmalarının artarak yeni kamu yapıları yanında konutların inşa edildiği bir dönemdir. Ayrıca genişleyen şehir yeni bir sur ile çevrelenmiştir. MS 2. yüzyılda en zengin dönemini yaşayan Zeugma, imparatorluk ekonomisine katkı sağlayan önemli bir ticari ve askeri sınır kenti karakteri kazanır. Zeugma’nın kaderinin MS 253 yılında değiştiğini görüyoruz. Sasani Kralı I. Şapur tarafından yağmalan ve büyük oranda tahrip edilen kentin, bu tarihten sonra eski önemini yitirdiğini bize arkeolojik ve epigrafik veriler gösteriyor.

2000 yılında Birecik Barajı’nın yapılmasıyla gündeme gelen Zeugma, 2005 yılından sonra Bakanlar Kurulu kararlı kazı statüsüne alınmış ve kazılar Ankara Üniversitesi başkanlığında dünyadan ve Türkiye’den araştırmacılar, öğretim üyeleri ve öğrencilerin katılımıyla devam etmektedir. 2005 yılında başlayan çalışmaların başında kentin yüzeyinde görülen yapıların ve kentin topografyasının anlaşılmasına yönelik dokümantasyon çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma kapsamında kentin fiziki sınırlarının dönemler içinde nasıl geliştiğinin araştırılmasına yönelik jeofizik ve yüzey araştırmaları yapılmıştır. Yapılan yüzey araştırmaları ve jeofizik çalışmaları Apamea gibi Seleukia’nın da Hellenistik Dönemde bir surla çevrili olduğunu bize göstermiştir. Ayrıca araştırmalar, Seleukia’nın Roma Döneminde çok daha geniş bir alanı kapsayan ikinci bir surla kentin tahkimlendirilmiş olduğunu bize göstermiştir.

Belkıs Tepesi’nden Fırat Nehri’nin genel görünümü

At Meydanı olarak adlandırılan, Belkıs Tepe’nin batısında kalan düz alanın, antik kaynakların bahsettiği Roma valileri, komutanları ve hatta imparatorlarıyla, Part krallarının soğuk savaş döneminde diplomatik görüşmeler yaptıkları, askeri lejyon ve garnizon yerleşkesinin bulunduğu yer olduğunu gösteren önemli arkeolojik veriler de ele geçmiştir.

Kentin en önemli kutsal alanı, Belkıs Tepe’dir. Son yıllarda yapılan arkeolojik araştırmalarla MÖ 9. ve 8. yüzyıllardan beri bir kutsal alan olduğunu bildiğimiz bu tepe, Hellenistik ve Roma döneminde de kentin baş tanrılarının tapınıldığı bir akropoldü. Zeus ve yanında kenti koruyan, kentin bereketini sağlayan kent tanrıçasının heykellerinin bulunduğu bu kutsal alan, tüm referanslarını bu bölgede eskiden beri var olan Geç Hitit pantheonundaki muadilleri, Theşup, Kybele veya Kuzey Suriye pantheonunda bulunan Hadad ve Atargatis’ten almaktaydı.

Kutsal alandaki araştırmalar, tarihi MÖ 2. yüzyıla kadar inen mimari yapıların yanı sıra Hellenistik Döneme tarihlenen kutsal alana ait kült heykellerine ait heykel parçalarının varlığını da ortaya koydu. Zeugma’nın MÖ 64 yılında Kommagene Krallığı topraklarına dahil edilmesinden sonra, Belkıs Tepe’deki kutsal alanın Kral I. Antiokhos Theos tarafından gerçekleştirilen önemli imar projelerine tanık olduğunu söyleyebiliyoruz. Antiokhos’un burada var olan ve kendi soyundan gelen kentin kurucusu Seleukos Nikator tarafından kurulmuş olan kutsal alana, kendi oluşturulduğu Kommagene Kraliyet din propagandalarıyla uyumlu gerek mimari, gerek görsel, gerekse ideolojik yeni eklemeler yaptığını söyleyebiliyoruz. Belkıs Tepe’deki kutsal alanın Roma Döneminde de, burada bulunan Zeus kültü nedeniyle önem kazandığını görebiliyoruz.

Zeugma’nın bir diğer kutsal alanı Hellenistik Agora’nın kuzeyinde yer alan Kommagene tanrıları ve Kral I. Antiokhos Theos’un Yönetici Kültü için yapılmış olan temenos alanıdır. Bugün çok az kısmı korunmuş olan bu alan daha Roma Döneminde işlev değiştirmiştir.

Zeugma’nın büyük bir kesimini sivil halkın yaşadığı konut alanları oluşturmaktaydı. Zeugma evleri yaşayanlarının özel hayatları, kültürleri, resmi etnik ve sosyal kimliklerini yansıtmaktaydı. Evlerdeki mimari dekorasyon ev sahibinin zevklerini yansıtması yanında, hayat tarzları ve entelektüel dünyaları hakkında bilgiler sunuyor. Evlerden ele geçen küçük buluntular ise mekanların işlevleri yanında, ev sakinlerinin ait oldukları sosyal sınıf hakkında bize ipuçları veriyor. Zeugma’daki Roma Dönemine ait bu konutlar daha çok içlerinde ele geçen eşsiz mozaikleriyle tanınmakta; bu mozaikler, tüccarlar, memurlar, asker emeklileri gibi kentin çok farklı sosyal katmanlarına ait grupların yaşadığı konutların en gösterişli odalarını süslemekteydi. Konuların seçiminde ise ev sahibinin entelektüel dünyasından, kişisel beğeniler ve tercihler rol oynuyordu. Bize yaşayanlarının tercihleri yanında, onların aydın kimlikleri hakkında eşsiz bilgi sunan bu mozaikler, bugün Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesinde yer almaktadır. Zeugma’da bulunmuş mozaiklerin büyük bir çoğunluğu İkinci Sofistik Dönemin sonlarına, yani MS 2. yüzyılın sonu ve 3. yüzyılın başlarına tarihlenmekte, Yunan ve Roma mitolojisi ve edebiyatına ait popüler olmuş novella’ların (roman) insanları etkileyen en can alıcı bölümlerinin sahnelerini betimlemektedirler. Ancak mozaiklerin konularının seçiminde döşenmiş oldukları mekanın işlevi de büyük rol oynamıştır. Evlerin hava ve ışığın yanı sıra yağmur sularını toplayan alanı olan peristil avlular ve impluvium olarak adlandırılan sığ havuzlarda tercih edilen konular, suyla ilgili mitolojik sahneleri ve konuları içerir. Poseidon ve Euphrates Evlerindeki peristil ve impluviumlarda Nehir kişileştirmeleri yanında, Poseidon, Okeanos-Tethys gibi mitolojik tanrılar çeşitli deniz canlıları ve balıklarıyla birlikte betimlenmiştir.

Konulu sahnelerin seçiminde ise birçok farklı etken rol oynar, bunların başında mozaiği ısmarlayan kişinin entelektüel birikimi, Yunan ve Roma mitolojisi ve edebiyatına ve popüler teatral oyunlara hâkimiyeti gelmektedir. Bu birikim Yunan paideiasının (eğitim ve öğreti kültürü) kazanımıyla gerçekleşmekteydi. Yunan paideası almış olmak ve mitoloji bilmek bir kültürdü . Bu donanıma sahip olmak kişiye sosyal sınıf içinde bir ayrıcalık sağlamaktaydı.   

Yunan-Roma yaşantısının en önemli sosyalleşme kültürü olan conviviumlar (ayş-ü işret-yeme-içme) için Zeugma konutlarında tasarlanmış geniş misafir odalarının tabanlarında bu kültüre ve mekanın bu işlevine vurgu yapan konulu mozaik betimlemeler görüyoruz.

Theonoe-Leukippe

2002 yılında Birecik Baraj gölü kenarında ortaya çıkarılmış olan bir Roma konutunun tricliniumuna (yemek odası) ait taban mozaiği üzerinde Latin yazar Hyginus’un Fabulae (Masallar) adlı eserinde bahsettiği, kız kardeşine aşık olan Theonoe’nin hikayesinin resmedildiği mozaik, aslında bu hikayenin bir pantomim sanatçısı tarafından icrasını betimler. Tamamen tiyatro janrına atıfta bulunan bu sahneden bu hikayenin özgününün Euripides sonrası bir dönemde yazılmış olduğunu bize gösterir. Mozaik üzerindeki diğer betimli sahne ise Akhilleus’un Skyros Adası’nda kadın kılığında saklanma hikayesidir. Her iki sahne de pantomim janrına oldukça kuvvetli vurgu yapar. Sahne üzerindeki yazıta göre, Quintus Calpurnius Eutykhes’in mozaikteki sahneleri seçen ve mozaiği yaptırtan ev sahibi olduğunu söyleyebiliyoruz. Antik yazarlar bize conviviumlarda misafirleri eğlendirmek için çağırılan pantomim sanatçılarının çeşitli popüler hikâyelerin bölümlerini icra ettiklerini aktarırlar. Buradan yola çıkarak böylesine özgün bir pantomim sahnesini seçen ev sahibi Quintus Calpurnius Eutykhes’in entelektüel kimliğinin yanı sıra Zeugma’da pantomim gösterilerini organize eden bir mesleğe de sahip olabileceğini tahmin edebiliyoruz.

Parthenope-Metiokhos

Zeugma evlerinde ebeveynlere ait daha mahrem yemek veya yatak odalarında antik dönemin romantik çiftlerinin hikayelerinden sahneleri içeren mozaikler yer alır. Bugün Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı veya Romeo ve Juliet gibi trajik hikaye janrıyla karşılaştırabileceğimiz tarzda yazılmış antik dönem hikayeleri yanında, Dionysos ve Ariadne, Eros ve Telete gibi tanrısal aşkları da içeren betimlemeleri bu odalarda görüyoruz.

1993 yılında Gaziantep Müzesi Başkanlığında yürütülen kazılar sırasında bulunmuş, bir Roma konutunun yatak odası veya daha özel toplantılar için düzenlenmiş dinlenme odasının taban mozaiği olan Metiokhos ve Parthenope mozaiği önemli bir diğer antik aşk hikayesine ait sahneyi içerir. 1964 yılında kaçakçılar tarafından tahrip edilerek kaçırılan mozaikteki iki figürün baş ve gövde kısımları Amerika Birleşik Devletleri Teksas Eyaleti, Houston kentindeki Rice Üniversitesine bağışlanan Ménil Koleksiyonu’nda tespit edilmiş ve 2000 yılında bu parçalar Türkiye’ye getirilerek ait olduğu emblematadaki yerine yerleştirilmiştir. Birbirine aşık olan iki romantik çiftin hikayesini anlatan ve Antik Dönemin sevilen hikayelerinden biri olan bu sahnede, Atinalı komutan ve Marathon Zaferi’nin kahramanı Miltiades’in oğlu Metiokhos ve Samos Kralı Polykrates’in kızı Parthenope bir kline üzerinde yan yana betimlenmişlerdir. Metiokhos ile Parthenope’nin bakışları birbirine doğru çevrilmiş ve tamamen duygusal bir vurgu sağlanmıştır. Hikayeye göre Samos Hera Tapınağı’nda, evlenmemek ve bakire kalmak üzere yemin eden Parthenope, Metiokhos ile tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Mozaik üzerinde Metiokhos ve Parthenope’nin kline üzerinde birbirlerine oldukça yakın bir pozisyonda oturarak kavuşma sahnesi betimlenmiştir. Mozaikteki Metiokhos ve Parthenope figürleri ait oldukları emblemataya restore edilerek sonradan yerleştirilmişlerdir. Ancak restorasyon sırasında figürlerin birbirinden yanlışlıkla uzak yerleştirildiği görülür. Mozaikte Parthenope’nin yanında korunmuş antik Yunanca yazılmış ismindeki harflerin kaplayacağı alan ve oturma şekli göz önüne alındığında, Parthenope’nin Metiokhos’a daha yakın duruyor olması, ayrıca Metiokhos’un sağ omzunun hareketine göre sağ kolunu Parthenope’yi arkadan kavrar şekilde uzatmış olması gerekmektedir. Parthenope ve Metiokhos hikayesinin Yunanca yazılmış versiyonunu sadece iki papirüs fragmandan biliyoruz. Bu fragmanlar da ne yazık ki hikayenin tamamını içermez. Hikayenin özgün Yunan versiyonunda Parthenope, Metiokhos’a çok aşıktır, iffetini korur ve verdiği yemini bozmaz ama iki sevgilinin akıbeti belli değildir. Ancak Metiokhos ve Parthenope’nin hikâyesi Sasani Kralı Hüsrev Anuşirvan (MS 531-579) tarafından ve daha sonra 11. yüzyılda yaşamış olan İranlı şair Unsuri tarafından “Vâmık u Azrâ” adıyla [Vamık ve Azra] Farsçaya uyarlanmıştır. Farsça uyarlamasında iki aşık uzun süre birbirlerini aradıktan sonra kavuşurlar ve evlenirler. Zeugma mozaiği üzerindeki sahne de aslında bu hikayenin antik Yunanca özgününden günümüze kadar ulaşmamış kısmı olan mutlu sonuyla bağlantılı olmalıdır. Hikaye tragedya ve drama unsurları taşımakta ve tıpkı Theonoe ve Leukippe hikayesi gibi mutlu sonla sonuçlanmaktadır. Eğer günümüze kadar ulaşmayan özgün Yunanca hikaye de bu şekilde bitiyorsa, hikayenin teması mozaiğe bakanlara iffetli iradenin ve ideal sevginin kazanacağı öğretisini aşılamaktadır.

Mousalar Mozaiği:

2014 yılında Zeugma’da gerçekleştirilen kazılar, Mousalar Evi olarak adlandırılan oldukça iyi korunmuş bir Roma konutunu ortaya çıkardı. Bir odasının tabanında bulunan bir mozaik üzerinde, Yunan paideiası için oldukça önemli olan antik Yunan lirik şiir, tarih, müzik, astroloji, felsefe gibi konuların esin perileri sayılan dokuz mousa betimlenmiştir. Mousalar Evi olarak adlandırılan bu evin büyük olasılıkla yemek odasının tabanını süsleyen mozaik, MS 2. yüzyıl sonlarına tarihlenmektedir. Dionysos Evi kaya odasının tabanında bulunan geometrik bezemeli mozaikteki benzer çerçeve şablonun kullanıldığı mozaikte, giyoş motifleriyle oluşturulmuş clipeuslar (kalkan) içinde dokuz mousa betimlenmiştir. Ortadaki büyük clipeus üzerinde baş mousa, epik şiirin ustası Kalliope yer alır. Büst şeklinde betimlenmiş olan mousaların yanlarında Yunanca harflerle isimleri yazılıdır. Mousalardan Klio, tarih yazımının, Euterpe şarkının, Elegiak şiirin, Erato lirik şiirin, Melpomene tragedyanın, Polyhmnia ilahilerin, Terpsikhore dansın, Thalia komedyanın ve Urania ise astronominin esin perisidir. Sembolleriyle betimlenmemiş olan mousaların başlarında, sirenlerle girdikleri şarkı yarışması sonucu kazandıkları siren tüylerinden yapılmış taçlarını taktıkları görülür. Zeugma mousaları, antik yazarlardan Pausanias’ın aktarımından bildiğimiz, “şarkı yarışması” sonrası başlarına zafer simgesi olarak siren tüyünden yolarak yaptıkları taçlarıyla betimlenmiş olduğu ikonografideki ender örneklerdendir. Zeugma Mousalar Mozaiği üzerinde yer alan, Baş Mousa Kalliope’nin başının arkasında görünen, gri renge yakın tesseralarla yapılmış, dalgalanmış duvağa benzer arka zeminin, Kalliope’nin baş mousa olduğunu işaret eden, hale şeklinde kullanılmış bir detay olmalıdır.

Heroineler

Mousalar Evi’nin diğer mekanlarında Antik Yunan edebiyatında ideal kadın betimlemeleri olarak bilinen heroinelerin betimlendiği iki mozaik ele geçmiştir. İsimleri veya sembolleri bulunmayan bu kadın figürleri büyük olasılıkla edebiyatta, iyi meziyetleriyle tanınan heroineler veya tamamen erdem kişileştirmeleridir. Mousalar Evi’nin peristilinde ise Okeanos ve Tethys yer alır.

Mezarlardan Resimler

Zeugma’daki konutlar ev sahiplerinin misafirlerine entelektüel iç zenginlikleri aracılığıyla seçtikleri mitolojik veya edebi konuları mozaikler aracılığıyla göstermek istedikleri mekanlar olarak karşımıza çıkarken, ebediyet evleri olarak adlandırılan mezarları ise kültürel ve etnik kimliklerini, ait oldukları sosyal statüyü vurgulayacak şekilde belli şablonlar içinde yapılmış portre heykelleriyle süslenmiş olarak karşımızda belirmektedir.

Zeugma nekropolleri, zengin gömü çeşitliliğiyle, kentin kozmopolit yapısına da ışık tutar. Kentin doğu sektöründe, Roma konut alanlarının altında kalmış Hellenistik Dönem nekropolleri, Seleukia’nın ilk kurulduğu yüzyıllara ait batıdan gelmiş yerleşimcilerin mezarlık alanlarını oluşturur. Basit khamosorion şeklinde tekneleri kayaya oyulmuş mezarlar şeklinde yayılan bu tarz gömülere kente bağlanan antik yolların kenarlarında da rastlanmaktadır. Seleukia’nın Kommagene kraliyet topraklarına dahil edilmesinden sonra, bölgede ancak kraliyete ait veya Kommagene elitlerine ait mezarlar şeklinde sayıları artan tümülüs tarzı gömülerin, özellikle I. Antiokhos Theos’un ölümünden sonra, kraliyet rejimini destekleyen ve Kommagene kimliğini vurgulamak isteyen Zeugma elitleri tarafından bir süre daha tercih edildiğini görüyoruz. Daha çok Batı Nekropolde karşımıza çıkan tümülüs mezarların erken örneklerinde kayaya oyma hypogeum tarzında yapılmış mezar odalarında loculus tarzında gömü yapıldığını görüyoruz. Ancak MS 2. ve 3. yüzyıllarda bu mezar odlarına Roma geleneğinde arkosolium tarzında mezar tekneleri eklenmiştir. Roma Dönemindeki Zeugmalı elit aileler kendileri ve aileleri için yaptırdıkları kayaya oyma mezar odalarını, yaşantılarında güzel zaman geçirdikleri evlerindeki triclinium ve önündeki vestibulumu şeklinde düzenlemişlerdir, çünkü antik dünyada mezarlar esasen ölenlerin aeterna domusu, yani ebedi evleri olarak düşünülmekteydi. Zeugma güney nekropolünde yer alan MS 2. yüzyıla tarihlenen T-91 no.lu mezar bunun güzel bir örneğidir. Zeugma’daki Dionysos Evi’nin vestibulum ve yemek odasının planına benzeyen bu mezarda ölü ziyaretlerinde yapılan anma yemekleri (banket) ve convivium için tasarlanmış ön odada yer alan mezar sahiplerinin portre heykelleri mezara gelen ziyaretçileri veya anma yemeklerine katılanları vestibulumda selamlarcasına karşılamaktadır. Bu nedenle portre heykeller her zaman ölen kişilerin yakınları tarafından hatırlanmak istedikleri vakurlukta ve mütevazi tarzda temsil edilmişlerdi. Mezarlar, ölen kişilerin hatırlanmaları için yapılan birer “mnemeion” olarak, ailenin geçmişini, “memoria” yani belleğini yansıtan, ailenin ölen büyüklerinin iyi erdemlerinin öne çıkarıldığı, aile kimliğinin ziyaretçilere yansıtıldığı mekânlardı. Örneğin bu mezarda yer alan pudicitia tipinde yapılmış üç genç kadının portre heykelleri ailenin bireylerinin eşe bağlılığını, ahlaklı, ağırbaşlı ve alçakgönüllü karakterlerini bir aile erdemi olarak yeni kuşaklara sergiliyordu. Roma yaşantısında ideal, eşe bağlı kadının “kişileştirmesi” olan puidicitia, aynı zamanda bir kez evlenmiş “univira”, yani “tek eşli” anlamı da taşıyordu. Bu kavramlar, mezara gelenler tarafından ölenlerin o şekilde hatırlanması için büyük olasılıkla heykelleri yaptırtan yakınları veya ölenlerin bizzat hayattayken kendi vasiyetleri üzerine taşa yansıtılmıştı. Bu bir yerde de ölen kişinin toplum içinde kendisi veya yakınları tarafından nasıl görünmek ve hatırlanmak istemesiyle bağlantılıydı. Bu anma ziyaretleri ve yemeklerinde mezarlarda bulunan portre heykellerin ve kabartma olarak yapılmış portreli stellerin taze yaprak ve çiçeklerden oluşan girlandlarla süslendiği, özellikle steller üzerindeki girland iplerinin bağlanacağı çivi deliklerinden ve taşa açılmış halka yuvalardan anlaşılmaktadır.

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER