Bizans'da İnancın Dışa Vurumu

Konstantinopolis merkezli Hıristiyan Doğu Roma İmparatorluğu, 6. yüzyıldan itibaren yavaş yavaş eski geleneklerden sıyrılıp, Yeni Ahit’in yön verdiği kendi kimliğini oluşturmaya başladı. Hıristiyanlık bir yandan dinsel mimariye yeni biçimler kazandırırken, aynı zamanda da anıtların içlerindeki dekorasyona yeniden yön vermişti

İstanbul Büyük Saray mozaiklerinden uzun av mızraklarıyla bir kaplanla mücadele eden iki kişinin yer aldığı sahne

Yapı dekorasyonu içinde en süslü ve en pahalı uygulama olan mozaik bezeme, Roma imparatoru Büyük Konstantin’in 313 yılında yayımladığı Milano Fermanı ile ilk Bazilikal kiliselerden başlayarak, Hıristiyan dini mimarisinde de geniş kullanım alanı bulmuştur.

Yapıların zeminlerinin ya da duvarlarının mozaiklerle bezenmesi, Roma İmparatorluk topraklarında zaten bilinen ve özellikle Geç Antik Dönemde çok yaygınlaşan bir dekorasyon türü idi. İmparatorluğa ait kamu yapıları, ortak kullanım alanı olan sütunlu caddeleri, hamamlar, Yahudi toplulukların sinagogları gibi anıtsal yapıların yanı sıra imparatorluk sarayları, varlıklı ailelerin villaları uzun süre daha mozaiklerle süslenmeye devam etti. Bu süsleme geleneğine 4. yüzyıldan itibaren yeni inşa edilen anıtsal kiliseler de katıldı.

Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edildiği geçiş evresinde, dini ve sivil yapıları süsleyen geometrik ve bitkisel motifler, aslında 1.-3. yüzyıllarda Roma İmparatorluğu’nun yayılım gösterdiği doğu ve batı eyaletlerindeki süsleme programını tekrarlıyordu. Bu nedenle, 4. yüzyılın ortalarından 6. yüzyıla kadar Akdeniz çanağındaki bölgelerde inşa edilen gerek dini gerekse sivil yapılarda, ortak bir bezeme üslubu ile karşılaşmaktayız. Fakat daha bu geçiş döneminde bile, Pagan gelenekleri ve Eski Ahit sunumlarının yavaş yavaş kimlik değiştirdiğini, Yeni Ahit konuları içinde yeni sembolik anlamlara büründüğünü görürüz. Elbette bu sembolik anlam değişimi dini mimarlık anıtlarına daha da belirgin olarak yansımıştır.

İstanbul Ayasofya naosa girişi sağlayan imparator kapısı üstündeki VI. Leon mozaiği

İşte bu süreç içinde Konstantinopolis merkezli Hıristiyan Doğu Roma İmparatorluğu, 6. yüzyıldan itibaren yavaş yavaş eski geleneklerden sıyrılıp, Yeni Ahit’in yön verdiği kendi kimliğini oluşturmaya başladı. Hıristiyanlık bir yandan dinsel mimariye yeni biçimler kazandırırken, aynı zamanda da anıtların içlerindeki dekorasyona yeniden yön vermişti. Önceleri kiliselerin zeminlerini süsleyen geometrik-bitkisel ve figürlü süsleme içeren mozaik kaplamalar, kutsala duyulan saygı nedeniyle duvarlara, yapıların üst katlarına taşındı.

Öte yandan bu geçiş evresinde, eski geleneklerin, sivil yapıların mozaik dekorasyonunda biraz daha baskın olarak hissedildiğini söylemek mümkündür. Ne yazık ki Erken Bizans Döneminden günümüze din dışı dekorasyona ilişkin çok az kırıntı ulaşabilmiştir.

532’deki Nika İsyanı’nda zarar gören Büyük Sarayın (Palatium Magnum) Iustinianos tarafından düzenlenen bölümünde ortaya çıkartılan mozaikler, 6. yüzyılda sivil anıtlarda kullanılan motif repertuarını bize sunması açısından son derece önemli kalıntılardır. Bu mozaiklerin diziliş şekilleri, güneyden gelen gezici ustaların bizzat işçilikte görev aldığını göstermektedir. Taht kabul salonunun önündeki revak boyunca uzanan mozaikler, içinde masklar bulunan natüralist akant yapraklarıyla çevrelenmiştir.

Akantların arasına egzotik meyveler, çeşitli türden hayvanlar işlenmiştir. Cenneti betimlediği kabul edilen bu bordürün içine günlük yaşam sahneleriyle birlikte bazı sembolik figürler yerleştirilmiştir. Buradaki betimlemelerin ana teması, doğa ve çevre, önceki geleneklerde ise Tanrı Dionysos’un evreni ile ilişkilendirilmektedir.

İstanbul Büyük Saray mozaiklerinden günlük yaşama ilişkin kesitler

Mozaiklerde süt sağan bir keçi çobanı, sepetini taşıyan bir kadın, tekerlek çeviren çocuklar, eşeğini yemleyen bir Romalı, tarlada çalışan çiftçiler, avlananlar gibi sahneler günlük yaşamdan kesitler sunarken, bu imgelerin kayalar, dereler, ağaçlar, çeşme ve kulübeler gibi yapı elemanları ile desteklenen topografya içine serpiştirildiği gözlenir. Büyük Saray mozaiklerindeki bir diğer ilginç figür grubu ise kartal-yılan, fil-aslan gibi çoğu, anavatanı Anadolu olmayan hayvanların mücadele sahneleridir. Erken dönem kayıtları Konstantinopolis limanlarına gemilerle getirilen egzotik yırtıcı hayvanların nakliyatından zaten bahsetmektedir. Hatta 4. Haçlı Seferi sırasında Latinlerin, kentte hunharca yaptıkları yağmalamaları anlatan kronikçi Khoniates, bir yandan da büyük meydanlardan sökülüp eritilerek sikke yapılan bronz heykelleri ayrıntıyla tasvir eder. Aslında bu kayıtlar bize, Büyük Saray mozaiklerinde gördüğümüz kartal-yılan mücadelesi ya da mitolojik Bellorophon’un canavarı öldürüşü gibi temaların sadece mozaiklerde değil başkenti süsleyen meydanlarda ve Hippodrom’un spinasındaki heykellerde de kullanıldığını işaret etmektedir. Bu beğeni, Roma’dan miras olmanın yanı sıra hayvanlara yüklenen sembolik anlamlarla da açıklanır. Zira Khoniates, hippodromun spinasında sergilenen kartalın Roma İmparatorluğunu; pençeleri altında ezilen yılanın ise düşman devletleri temsil ettiğini ifade etmektedir. Büyük saray mozaiğinde bir başka ilginç tasvir grubu ise masal dünyasının egzotik tuhaf yaratıkları olan grifonlar, yırtıcı kuş kafalı dişi kaplanlar, leoparlar gibi hayali temsillerdir.

Bu mozaikler Büyük Saray’dan günümüze ulaşan küçücük bir parça olsa da 6. yüzyılda Bizans toplumunun beğenisini, hayal dünyasını, eski pagan geleneklerin sanat eserlerinde hala nasıl varlığını sürdürdüğünü belgeleyen eşsiz verilerdir.

Sivil yapı dekorasyonunda hal böyle iken, 4.-6. yüzyıllarda inşa edilen dini anıtların içleri ise “inananları öte dünyaya/sonsuz hayata hazırlayan” Eski ve Yeni Ahit öyküleriyle doldurulmaya başlanmıştır.

Bu yapılırken, kutsala duyulan saygı nedeni ile din büyüklerinin imgeleri, zeminden yükseğe taşınmıştır.

Ancak anıtsal bazilikal kiliselerin zeminleri, uzun süre daha geometrik ve bitkisel motifli mozaiklerle süslenmeye devam etmiştir. İlk bazilikaların naos zeminlerini süsleyen geometrik motifli mozaikler, Geç Antik Dönemde Roma İmparatorluk yapılarını süsleyen geometrik desen kataloglarının tekrarı gibidir. Yine de “Süleyman Düğümü” gibi bazı geometrik motiflere muska gibi koruyucu mistik güçler yüklenir.

Bitkisel desenlere gelince, kaynağı Hellenistik Döneme kadar gerilere giden akantus, asma ya da sarmaşık bitkileri ile yapılan sarmal motifler, eskiden Tanrı Dionysos’un evreninin temsilcileriyken; 4-6. yüzyıl boyunca kitabi dinlere mensup sinagog ve kiliselerde, İsrail’i ve Hz. İsa’yı temsil eden imgelere dönüşür.

Eski Ahitte İsrail, serpilen bir asmaya benzetilir. Mahşer gününde iyi ve kötü, her türden yaratılmışın bu asma altında toplanacağını vurgulanır. Yeni Ahitte ise Hz. İsa “Ben gerçek asmayım ve babam bağcıdır. Bende kalın, ben de sizde kalayım” diyerek kendini doğrudan asma bitkisi ile özdeşleştirmiştir. Öte yandan asma meyvesinden elde edilen şarap ise Hıristiyan litürjisinde İsa peygamberin kanını temsil ederek ayinlerin odağına yerleşir.

Khora Manastır Kilisesi (Kariye Camii) İsa’nın şeytan tarafından sınanması ve Vaftizci Yahya’nın İsa’ya şahitlik etmesi sahnesi 72

Yeni Ahit’te “Erkek geyik nasıl suya yöneliyorsa, canım da seni öyle özler ey Tanrım (Mezmurlar 42:1-2)”da olduğu gibi satır arası ayetlerde geçen böylesi sembolik benzetmeler, Ravenna Galla Placidia Mauseliumu, Ksanthos Bazilikası, Manisa Gördes’teki Kilisenin mozaiklerine yansıyarak 5.-6. yüzyıllarda imparatorluğun doğu ve batı eyaletlerinde inşa edilen pek çok dinsel anıtın mozaik tema içerikli dekorasyonunu oluşturmuştur.

Peki, Erken Hıristiyanlık Döneminde kiliselerdeki mozaiklere işlenen figürlerin durumu ne idi? Aslında, diğer desenlerde olduğu gibi eski geleneklerin izleri onlara da yansımıştı. Buna en güzel örnek, İsa Peygamber’in Roma’daki Havari Aziz Pietro Kilisesi’nin kriptasında yer alan Apollon Helios şeklinde betimlendiği mozaik (3. yüzyıl) gösterilebilir. Ya da Ravenna Galla Placidia Mausoleum’unda (5. yüzyıl başı) “İyi Çoban” temasında işlenmiş Hz. İsa imgesinin, adeta Orpheus şeklinde aktarılması veya Arienler Vaftizhanesi’nin (5. yüzyıl sonu) kubbesinde Erden nehrinde vaftiz edilen Hz. İsa’nın genç bir Romalı gibi tamamen çıplak halde sunulması. Tüm bu örneklerde yeni inancın en kutsal imgesi, Pagan gelenekli şekillerle resmedilmiştir. Bu kimlik arayışı ancak 6. yüzyıldan itibaren yavaş yavaş netleşmeye başlamıştır.

Uzun süre “yasak” damgası vurularak bastırılan Hıristiyanlık inancı, ister istemez 300 yıl boyunca farklı coğrafi bölgelerdeki cemaatlerin bir takım görüş ayrılıkları kazanmasına neden olmuştur. Hristiyan cemaatindeki bu kopukluklar, din büyüklerinin bir araya gelip Hz. İsa, Meryem ve diğer dinsel olguların ortak bir dil birliği ile yorumlanması gerekliliğini gün yüzüne çıkarmıştır. Bu gereklilik, imparatorluğun önemli merkezlerinde defalarca toplanan konsillerle evrensel kararlara bağlanmaya çalışılmıştır. Örneğin, önceleri Ravenna San Vitale Kilisesi’nin mozaiklerinde (6. yüzyıl) olduğu gibi İsa peygamberin bir kuzu şeklinde resmedilmesi 692 yılındaki konsilde yasaklanmıştır. Ancak yine de bu ortak yaklaşım çabası, Doğu Ortodoks Kilisesi ile Roma’daki Katolik Kilisesi’nin ikonalara karşı bakış açılarının ayrılmasını engelleyememiştir. Bu süreç içinde doğu kilisesi imgesel tanımlamada zamanla eski resim geleneklerinden sıyrılarak, dünyevi olmayan, öteki alemi temsil eden bir üslup geliştirmeyi başarmıştır.

Cam tesseraların üzerlerine altın yaldız eklenerek yapılmış mozaikler, seyredenleri çok daha fazla etkileyen bir sunumla işlenmeye başlamıştır. Peygamberler ya da din büyükleri olsun, figürler daha durağan, iki boyutlu gibi görünse de içerdiği anlam ile zarif bir vakurlukta betimlenmişlerdir.

Özellikle 726 yılında Anadolu’da başlayan İkonaklazma hareketiyle ortaya çıkan imge karşıtı tutum, kutsal figür içeren tüm sanat eserlerinin tahrip edilmesi ile sonuçlanmıştır. Yaklaşık 200 yıl süren bu hareket zaman zaman delinse de 843 yılına kadar sürmüştür. Doğu Hıristiyanlığının karşı karşıya kaldığı 2. Büyük Yasak döneminde, figür içeren mozaikler de bu kıyımdan nasibini almış ya sökülmüş ya da üzerleri sıvanarak kapatılmıştır. İsa peygamber ise İstanbul’daki Hagia Eirene Kilisesi ve İznik Koimesis Kilisesi’nin apsis mozaiklerinde olduğu gibi bir haç ile temsil edilmeye başlanmıştır. Kiliselerin zeminleri ise büyük plakalar ve bunların etrafına dekoratif şekillerde kesilmiş mermerlerle, yine bir mozaik tekniği olan opus sectile tekniğinde döşemeler ile kaplanmıştır.

Sanatı kökten yönlendiren İkonaklazma hareketi sona erdiğinde, başta İsa Peygamber ve Meryem Ana olmak üzere; melekler, Eski Ahit peygamberleri, havariler ve mucizevi güçleri olduğuna inanılan azizler, hiyerarşik bir düzen içinde kiliselerin duvarlarında yeniden yerlerini aldılar. Göklerin hakimi Yargıç İsa Pantokrator tasviri ile daima en yüksekte, kubbede konumlandı.

İmparator III. Mikhael ve Ayasofya Patriği Photios, Bizans’ın en anıtsal kilisesinin apsisine 2.000.000’dan fazla altın yaldızlı tesserae kullanılarak dizayn edilmiş Theotokos tasvirini yaptırırlar (867). Dekorasyona İmparator Basileos (867-886) da katılır.

Bu işçilikten sonra Ayasofya Kilisesi, bağışlar yapan, Hz. İsa’dan af, şefaat ve şifa dileyen imparator ve prenslerin mozaik portreleri ile dolduruldu. Bunun yanında apsisin iki yanında baş melekler Mikhael, Gabriel; kubbenin altındaki pandantiflerde cennet bekçisi meleklerden Seraphim ve Keribiumlar ile kuzey galerideki nişler içinde Ioannes Chrisostomos (altın dudaklı Yuhannes), genç İgnatios, yaşlı İgnatios Theophoros gibi azizler onurlandırılarak kilise içine işlendiler.  

Naosa girişi sağlayan imparator kapısının üzerindeki kemer alınlığı içinde İmparator VI. Leon (886-912) secde eder halde, tahtta oturan yargıç İsa’dan af ve şefaat dilerken resmedilmiştir.

İstanbul Pammakaristos Manastırı Güney Kilisesi (Fethiye Camii) kubbesindeki Pantokrator İsa

Bir imparatorun yerlere kapanmış şekilde tasvir edilmesi, onun imparator olsa bile kiliseye karşı acizce affedilme çabasını belgelemektedir.

Naosta kuzey galeride İmparator Aleksandros (912-913) krali giysileri ile tek başına resmedilmişken, güney galeride II. Ioannes Komnenos ve eşi Eirene (1118-1122), hemen bitişikte betimlenmiş hastalıklı evlatları küçük prens Aleksios’un iyileşmesi için ellerindeki bağışlarıyla Tanrı Anası Meryem ve çocuk İsa’ya şifa dileklerini arz ederler.

Bir diğer ilginç sunum, İmparator Romanos ve eşi İmparatoriçe Zoe’nin bağışının işlendiği panodur. Romanos ölünce Zoe, IX. Konstantin Monomakhos ile evlenmiştir (1042). Yeni evlilikten sonra Romanos’un yüzü kazınmış, Monomakhos’un yüzü, eski imparatorun bedeni üstüne işlenmiştir. Elbette kenti kuran İmparator Büyük Konstantin ve kiliseyi inşa ettiren Iustinianos unutulmamış, bu iki büyük yönetici de iç nartheksin güney giriş kapısı üzerinde, sundukları kent ve kilise maketleri ile Meryem ve İsa’dan şefaat dilemişlerdir (10. yüzyılın 2. yarısı).

Megale Ekklesia, daha çok kraliyet ailesinin tasvirleri ile süslü iken, Konstantinopolis ve diğer eyaletlerdeki kiliselerde yer alan mozaiklerde dinsel içerikli konular daha baskındır. Anadolu’da ne yazık ki günümüze çok fazla mozaik örnek ulaşmasa da kalanlar, Bizans mozaik sanatı üslubunu anlamamıza yeter de artar bile. Vefa Kilise Camii’nde, Pammakaristos Manastırı güney Kilisesi’nde (Fethiye Camii), Khora Manastır Kilisesi’nde (Kariye Camii) Bizans üslubunu yansıtan muhteşem altın yaldızlı mozaik işçilikleri, ortaçağ insanının inanç ve düşünce dünyasını imgelerle yansıtmaya devam ederler.

Günümüzde Kariye Müzesi olarak ziyaret edilen Khora Manastır Kilisesi’nin eşsiz mozaikleri, görenleri hala güzelliğiyle büyülemeyi sürdürüyor.

İlk inşaatı çok daha öncelere giden kilisenin iç ve dış narteksi ile naosunda bulunan mozaikleri ve çeşitli ek tamiratları, imparatorluğun son zamanlarında yönetim kadrosunun üstündeki önemli şahsiyetlerinden biri olan Megas Logothetes Theodoros Metokhites tarafından yaptırılmıştır (1321). Önce hazine bakanı, ardından başbakan olan Metokhites, naosa giriş kapısının üzerinde İsa Peygamber’e kiliseyi bağışlarken resmedilmiştir. Başlığı ve kıyafetleri ile ilgi çeken figür, dizlerinin üstüne çökmüş halde betimlenmiştir. Yönetici kimliğinin yanında devrinin en önemli bilim insanlarından biri idi. Ne gariptir ki muazzam bir güç ve zenginlikle başlayan yaşamı, saray entrikalarına kurban gitmiş, uzun sürgünlerden sonra kendi yaptırdığı bu kilisede hapsolmuşken son bulmuştur. Metokhites, yine bu kilisenin mezar şapeline (parekklesion) defnedilmiştir.

Khora’nın sanat tarihi açısından bir başka önemi ise iç narteksindeki mozaikleridir. Burada ilk defa alışılmışın dışında, Meryem Ana’nın hayatına ilişkin kesitler öyküsel bir anlatımla geniş yer almıştır. Zira Meryem Ana, aslında daha çok İsa’nın doğumu, Kana Düğünü, Çarmıh gibi doğrudan İsa ile ortak konular içeren sahnelere katılmaktaydı. Meryem’in hayat öyküsünün Apokrif kaynaklı bir İncil olan Aziz Yakub’un İncil’inden esinlenerek yapıldığı kabul edilmektedir. Burada, yaşlı anne ve babasının (Anna ve Yuhakim) mucizevi bir şekilde Meryem’e gebe kalmasından-doğumuna, ilk adımlarından-ebeveynleri tarafından sevilmesine, tapınağa takdiminden-burada geçen süre içinde gösterdiği mucizelere, Yusuf ile evlenmesi ve gebeliğine kadar geçen yaşamı resmedilmiştir.

Dış nartekste ise İsa Peygamberin hayatından hikayeler anlatılmıştır. Yusuf’un rüyasına giren bir melek, Meryem’in hamileliğinin gerçek nedenini kendisine bildirmektedir. Bu konu, vergi, İsa’nın Doğumu, Müneccimlerin Yolculukları, Kral Herodes’in mucize bebeğin peşine düşmesi ve masumların katli, kutsal ailenin Mısır’a yolculukları ile devam eder. Ardından da İsa’nın vaizliği, şeytan tarafından sınanması ve mucizeleri anlatılır. Bu sahnelerin yanında, bazı azizler de işlenmiştir. Naosa giriş kapısının iki yanında yer alan havari Petrus ve Paulos cemaati karşılar. Naosta ise sadece üç mozaik pano günümüze ulaşabilmiştir. Bunlar arasında Meryem’in ölümünü konu alan mozaik eşsiz güzelliktedir.

Bizans İmparatorluğu topraklarının yayılım alanı düşünüldüğünde altın yaldızlı mozaik endüstrisinin büyük maliyet gerektirmesine rağmen, inançlıların kutsala duydukları saygıyı, ellerindeki en kaliteli malzeme ile göstermeye çalıştıkları anlaşılır. Bizanslı sanatçının ürettiği altın yaldızlı zengin dekorasyon türü öyle beğenilmiştir ki Venedik’teki San Marco Kilisesi gibi batıdaki büyük anıtsal yapıların dekorasyonuna örnek teşkil etmiştir.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER