Alaca Höyük

Alaca Höyük, 1835 yılında W.C. Hamilton tarafından “İmat Höyüğü” adıyla bilim âlemine tanıtılmıştır. Höyük 19. yüzyılın ikinci yarısında birçok seyyah ve araştırmacı tarafından ziyaret edilmiştir. 1907 yılında İstanbul Müzeleri adına Th. Macridy Bey, sfenksli kapı önünde 15 gün süren bir kazı çalışması yürütmüştür. İlk sistemli kazılara ise 1935 yılında Atatürk’ün emri ile Türk Tarih Kurumu adına, R. Oğuz Arık tarafından başlanmıştır. 

Mabet-sarayın iki kapısı vardır: Bunlardan biri höyüğün batısında bulunan “Poternli Kapı”, diğeri ise höyüğün güneyinde yer alan “Sfenksli Kapı”dır. İki kule arasındaki rampalı girişte, iki yanda şehrin dışına bakan sfenksler yer alır.Bu nedenle de b

ALACA HÖYÜK

Alaca Höyük, Ankara’nın 210 kilometre kuzeydoğusunda, Çorum ilinin Alaca ilçesi sınırları içindedir. Hititlerin başkenti Hattuşaş’ın da (Boğazköy) karayolu ile 38 kilometre kuzeyinde yer alır.   Alaca Höyük ana toprak üzerine kurulmuş dört kültür katının oluşturduğu 16 metre yüksekliğindeki bir höyüktür. Ova seviyesinden yüksekliği 20 metredir.

1835 yılında W.C. Hamilton; Alaca Höyük’ü, “İmat Höyüğü” adıyla bilim âlemine tanıtmıştır. Höyük 19. yüzyılın ikinci yarısında birçok seyyah ve araştırmacı tarafından ziyaret edilmiştir. 1907 yılında İstanbul Müzeleri adına Th. Macridy Bey, sfenksli kapı önünde 15 gün süren bir kazı çalışması yürütmüştür.

1935 yılında Atatürk’ün emri ile Türk Tarih Kurumu adına, R. Oğuz Arık tarafından sistemli kazılara başlanmıştır. 1936 yılından itibaren de “ilk milli kazı”nın başkanlığı, Dr. Hamit Zübeyr Koşay’a verilmiştir. Kazı çalışmaları 1967-1983 yılları arasında Mahmut Akok tarafından yürütülmüştür. 1997 yılında Ankara Üniversitesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı adına çalışmalara, Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu başkanlığında yeniden başlanmıştır. 2008 yılından bu yana da Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Alaca Höyük’te kazı, konservasyon ve restorasyon çalışmalarına devam edilmektedir. 

Alaca Höyük mabet-saray binası orta avlu canlandırması Alaca Höyük Kazı Arşivi

Alaca Höyük’teki yerleşimlerin kültürel sıralaması, ortaya çıkarılan anıtsal yapılar nedeniyle geniş kapsamlı incelenememiştir. Ancak dar alanlarda yapılan çalışmalarda Alaca Höyük’te yerleşimin bugünkü bilgiler ışığında, Geç Kalkolitik Çağda başladığı bilinmektedir. Alaca Höyük’te 4 kültür katı ve 14 yapı katı tespit edilmiştir. Ayrıca en üstteki dolgu toprakta bir mimariye bağlanamayan Hellenistik, Bizans, Osmanlı dönemlerine ait buluntular eski kültürel sıralamada, I. Kültür Katı içinde değerlendirilmiştir. Alaca Höyük kültürel dizilimi yeniden eskiye doğru tanımlanmıştır.

Alaca Höyük havadan genel görünüş Alaca Höyük kazı arşivi

Frig Çağı

Kültürel dizilimde ilk sırada yer alan I. Kültür Katı, MÖ 6.-5. yüzyıllara tarihlenen Frig Dönemi ile temsil edilir. Eski kazı sezonlarında höyüğün genelinde parçalar halinde iyi korunmamış yapı kalıntıları tespit edilmiştir. Ancak 2005-2013 yılları arasında yapılan kazılarda, höyüğün kuzeyinde bu kültür katına ait iyi korunmuş mimari buluntular ele geçmiştir. Kare planlı, çok odalı, taş temelli yapılar açığa çıkarılmıştır. Bu kültür katında, Alaca Höyük Hitit Dönemindeki görkemini kaybetmiş, bir köy kültürü haline gelmiştir. Geç Frig Dönemine ait çok sayıda küçük buluntu ele geçmiştir. Tek renkli ve çok renkli seramikler dönemin karakteristik özelliklerini yansıtır. Bu çağın en önemli buluntusu, Anadolu Medeniyetleri Müzesinde bulunan Frigce yazıtlı iki andezit bloktur.

Alaca Höyük’teki Frig Dönemi yapılarının tam planını çıkarmak mümkün olamamıştır, ancak kuzeye doğru ilerledikçe höyüğün Frig mimarisi daha anlaşılır hale gelmiştir. 1999 yılında II. istinat duvarının üst seviyelerinde yapılan kazılarda Frig yangın tabakası tespit edilmiş, ancak mimari buluntuya rastlanmamıştır. 

2005-2013 yılları arasında bir bölümü açığa çıkarılan yapının iki evreli olduğu anlaşılmış, ayrıca yine Frig Dönemine ait silolar açığa çıkarılmıştır. Bu tabakada yapılan kazılarda ele geçen malzeme değerlendirildiğinde, bu alanın Geç Frig Dönemine ait olduğu anlaşılmıştır.

Teknik açıdan bakıldığında Alaca Höyük’teki Frig yapıları ile Hitit yapıları arasında büyük farklar vardır. Hitit Dönemindeki anıtsal binalara karşılık, Frig Döneminde küçük ölçekli basit planlı yapı modelleri belirlenmiştir. Bu da, Alaca Hüyük’ün Hitit Dönemindeki şehir özelliğini yitirmiş olan köy kültürünün varlığını göstermiştir. Frig yapılarının Hitit yapıları üzerine basit toplama küçük taşlardan yapıldığı gözlenmiştir. 

Eski Anadolu geleneğinde olduğu gibi Frig Döneminde de duvarların taşları iki sıralıdır, yapılar tek katlı, dikdörtgen planlı basit yapılardır.   

Alaca Höyük’ün Eski Tunç Çağı katmanlarında bulunan Hatti prens ve prenses mezarları 2009 yılında yeniden, yerinde canlandırılmış ve ziyaretçiler tarafından gezilebilir duruma getirilmiştir Fotoğraf : Aykan Özener

Hitit Çağı

Alaca Höyük, 4, 3a-b ve 2 yapı katları ile temsil edilen II. Kültür Katı, Assur Ticaret Kolonileri Çağının geç evresinden Hitit İmparatorluk Çağının sonuna kadar kesintisiz iskân edilmiş bir Hitit şehridir. II. Kültür Katı, MÖ 1750’den yine MÖ 1100 yılına kadarki dönemi içerir. Bu, başka bir ifade ile “Hitit Çağı”dır. Orta Anadolu’da MÖ yaklaşık 1750 yıllarına kadar süren Hatti Dönemi, Hititlerin Anadolu’ya gelip bir krallık kurmalarıyla son bulmuştur. Ancak, Hatti kültürünün izleri Hitit Uygarlığı içinde de devam etmiştir. Hitit İmparatorluk Çağında Alaca Höyük, mabet-sarayı, temiz ve atık su kanalları, biri kabartmalı anıtsal iki kapısı ve girişinde sfenksleri bulunan şehir suru ile önemli bir kült merkezidir (Arinna? kenti). 

Bu dönemde mabet-sarayın iki kapısı bulunmuştur. Ayrıca Höyük’ün güneyinde çift aslan protomlu bir kapı daha mevcuttur. Bunlardan birisi höyüğün batısında bulunan, doksan derecelik bir dönüş yaparak uzanan “Poternli Kapı”dır (gizli geçit). Bir diğer kapı ise, höyüğün güneyinde yer alan “Sfenksli Kapı” ve buna bağlı kabartmalı bloklarla bezeli kulelerdir. Bunlar Alaca Höyük’teki en önemli mimari kalıntılardır. İki kule arasındaki rampalı girişte, iki yanda şehrin dışına bakan sfenksler yer almaktadır. Bu nedenle de bu kapı bu isimle adlandırılır. Sfenkslerden batıdakinin iç kısmında kanat tasviri, doğudakinde ise pençelerinde tavşanları tutan çift başlı kartal üzerinde duran tanrıça tasviri vardır. Kapının şehre bakan tarafındaki tamamlanmamış sfenkslerden önce, sağlı sollu blok taşlar üzerinde iki muhafızın mızrak, bacak ve ayakkabı kalıntıları görülür. Sfenksli kapıya bağlı sağlı sollu kulelerde, Fırtına Tanrısı için yapılan bir kült törenini (Antahşum Bayramını?) anlatan iki sıralı kabartma vardır. Bu betimlemelerde kral ve kraliçenin sunu sahnesi, av, eğlence gibi çeşitli aşamaları anlatılır. Bu tasvirli kapıdan sonra, ikişer kanatlı iki kapının yol verdiği geçitten mabet-saray binasının taş döşeli üstü açık avlusu ve bu avlunun iki tarafındaki büyük odalara geçilir. Ayrıca höyüğün kuzeydoğusunda beş odalı karmaşık mekan yapının kutsal alanıdır. Bu yapı katında, höyüğü çepeçevre saran 2 şev/ihata duvarı, küçük mabet olarak tanımlanan bağımsız bir yapı ve 2013 yılında açığa çıkarılan bir başka bağımsız yapı grubu da gün ışığına çıkarılmıştır. Bu döneme ait küçük eserler arasında yer alan küçük bir tablet parçası, Alaca Höyük’te, kazıda bulunan tek yazılı eser olması bakımından önemlidir. Yine bu kültür katına ait tunçtan tahtına oturan Güneş tanrıçası heykelciği, dini törenlerde kullanılan kutsal hayvan biçimindeki ayinle ilgili kaplar, hiyeroglif baskılı mühürler önemli grubu oluşturur. 

Arsenikli bakırdan yapılma dinsel veya törensel çift boğa heykelciği Metropolitan Museum of Art, New York

Hitit kültür katının eski safhalarına ait höyüğün batısında yer alan yapılar, 2001-2004 yıllarında açığa çıkarılan 3 adet büyük boyutlu, dikdörtgen planlı tahıl depoları ve Assur Ticaret Kolonileri Çağının geç evresi ve eski Hitit kültür katının başlarına tarihlenen maden atölyesidir. Kabartmalı vazo parçaları, silindir ve damga mühürler yine bu katın özel eser grubu içinde yer alır.

Höyükte, 1998 yılından bu yana açığa çıkarılan yuvarlak silo tahıl depo oda sayısı dörttür. Tahıl depoları, yuvarlak silo hariç, kuzey-güney doğrultusunda sıralanmıştır. Bu depoların doğu, kuzey ve güney duvarları açığa çıkartılmış ancak; hiçbirinin batı duvarı saptanamamıştır. Bunun nedeni, yeni dönem kazılarında ve önceki dönem kazılarında bulunan ve mabet-sarayın doğu yönünde yer alan her iki şev ya da çevre/ihata duvarlarıdır. Çünkü her iki duvar da depo odalarının işlevleri bittikten sonra inşa edilmiştir.    

Alaca Höyük’teki depoların taş temellerinin yüksekliği tabandan yer yer 2 metreye ulaşmaktadır. Taş temelleri, üzerine ağaç hatıl konulduktan sonra kerpiçle yükseltilmiştir. Tahıl depoları işlevlerini yitirdikten sonra şehirde bir ören yerinden alınan iskân toprağı ile doldurulmuştur. Bu doldurmada kullanılmış iskân yeri toprağı içinde yoğun miktarda eski Hitit seramiklerine rastlanmıştır.  

H. Hoffner, Hititlerde tarım ve beslenme konusuyla ilişkili olarak tahıl ambarlarını araştırırken çivi yazılı metinlerden yararlanmıştır. ESAG (Eskisi ARAH) sumerogramı ile tanımlanan bu yapılar derin ve toprağa kazılmış olarak tarif edilerek; “….aşağıya doğru….” bir şey konulur ve “aşağıdan dışarıya…” bir şey çıkarılır diye tanımlanır. Hoffner’in yapmış olduğu bu tanımlama kuşkusuz Hitit merkezlerinde bulunan ve Alaca Höyük’te de ele geçen depo odaları için de geçerlidir. Geçmiş dönemlerde çok sayıda açığa çıkarılan ve ambar olarak isimlendirilen küçük taş örgülü depolar, Alaca Höyük’te bilinmekteydi. Ancak, yeni dönem kazılarında ele geçen bu depo odaları, diğerlerine oranla oldukça büyük boyutlardaydı. 

Tahılın toprak altına yapılan silolarda saklanması tüm kültürlerde görülen bir uygulamadır. Tahıl silolarının yüzeyine ve tabanına organik bir malzeme serilmiştir. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyelerince bu otun kenevir otu olabileceği düşünülmektedir. Boğazköy’ün önceki kazı başkanlarından Seeher’in görüşüne göre, depoların içerisine beyaz bir tabaka halinde de görülebilen saman serilmesi olasılığıdır. Tahıl da bu samanın üzerine konmuş olmalıdır. Silolara konulan tahılın bozulmasını önlemek için depoların üzeri ağaç hatıllarla örtüldükten sonra, hatılların üstü de kalın bir toprak tabakası ile kaplanmış olmalıdır. Bu ortamda, tahıl tanelerinin arasında kalan oksijen, organik maddeler tarafından solunarak karbondioksit üretimi sağlanmıştır. Böylece söz konusu ortamda fare, tahıl böcekleri ve küf mantarı barınamaz duruma gelir ve tahıl uzun süre korunmuş olurdu.

Alaca Höyük’te 3. katta ele geçen çanak çömlek özellikleri Kaniş Karum 1b-a, Alişar, Kusura C evresi, Acem Höyük III, Osmankayası ve Afyon Yanarlar Mezarlığı, Boğazköy IVc, 3 diğer yandan Boğazköy IVb, III, 2,1 çanak çömleği ile karşılaştırılabilmektedir. Bu katın mühür ve mühür baskıları Assur Ticaret Kolonileri Çağının geç safhasında kullanılmaya başlanmış olanların yanı sıra Eski Hitit ve Hitit İmparatorluk Çağına ait olanlardır.  Hafirlerin Orta Hitit Çağı dediği 3. yapı katı, eskiden yeniye doğru 3b Eski Hitit Çağı, 3a Hitit İmparatorluğu Döneminin başına tarihlendirmeyi yeğleyen K. Bittel ve Tahsin Özgüç görüşlerine uymaktadır. 

Alaca Höyük’te, IV. yapı katında, eski ve de yeni dönem kazı çalışmalarında, büyük bina kalıntısına rastlanmamıştır. Dar alanlarda çalışılmış olması ve araştırmaların yeterli olmaması, şehrin o zamanki büyüklüğü hakkında kesin bir sonuca ulaşmamızı şimdilik engellemektedir. 

Geçmiş dönem kazılarında özel ev tipi gösteren yapılar açığa çıkarılmıştır. Yeni dönem çalışmalarında açığa çıkarılan mimariye bakılacak olursa, küçük bölümlere sahip olan yapılar sıkışık düzende kurulmuştur. Yapıların kuruluşunda da bir düzen yoktur. 

Bu yapı katı Eski Tunç Çağı yangını içine kurulduğundan, burada yoğun bir şekilde Eski Tunç Çağına ait amorf seramik malzemeyle karşılaşılmıştır. Ayrıca bu tabakada iki adet de Eski Tunç Çağı mühürlerinin formunda eserler ele geçmiştir. Yapılar kısmen V. yapı enkazından faydalanılarak inşa edilmiştir.

IV. yapı katına ait olan “maden atölyesi” yapısının tabanları yer yer sıkıştırılmış toprak ve taş döşemedir. Taş temel kalınları 50-60 cm arasında değişmektedir. Temellerde çift sıra taş kullanılmasıyla genişlikler arttırılmış ve Eski Tunç Çağı yapılarından daha güçlü yapı temelleri oluşturulmuştur. Devam eden çalışmalar sonucunda atölyenin bu iki odasına ilaveten iki oda daha eklendiği görülmüştür ve bu odalardan ayrı çok sayıda fırın tabanı kalıntıları ele geçmiştir. Kuzeye doğru yapılan kazı çalışmalarında duvarların genişlikleri 40-50 cm olan küçük odalar açığa çıkartılmıştır.

1997-2013 yılları arasında yapılan yeni dönem kazılarında IV. yapı katında henüz tam plan veren yapılar açığa çıkarılamamıştır. Bu yapı katında açığa çıkarılan ve kazısı hala devam eden maden atölyesine ait odalar bulunmuştur. Ele geçen yeni bulgular ışığında söz konusu atölyenin, Assur Ticaret Kolonileri geç safhasından Eski Hitit Çağına kadar kullanıldığı anlaşılmıştır. 

Mimari tekniğe bakıldığında örgüsünde bağlayıcı malzeme olarak çamur harç kullanılmıştır. Temellerde taşların dış yüzeyleri muntazam yapılmış, içleri düzensiz görünümdedir.  Bu yapı, tekniğine baktığımızda Boğazköy ve Alişar’la benzerlik gösterir. Bu yapı katında eski dönem kazılarında açığa çıkarılan özel evlerde duvarların dik açı oluşturacak şekilde bağlanmaması ve duvarların birbirine paralel olmamasından dolayı ortaya düzgün olmayan bir yapı grubu çıkmıştır. 

Atölye yapısı iki evrelidir. Her iki evrede de düzenli mimari plan göstermeyen duvar parçaları ve yaşamsal mekân olamayacak kadar küçük odalar ortaya çıkarılmıştır. Bu yapı kalıntılarının içerisinden bir atölyede kullanılabilecek malzemeler ele geçmiştir. Potalar, bunların içerisinde gözle görülen maden kalıntıları mevcuttur. Kalıplar, yoğun bir şekilde ele geçen madeni eserler (iğneler, altın kaplamalar) atölyenin içerisinde bulunan çeşitli tiplerdeki iğnelerin başları, bize kesin bir tarih verebilecek konumda değildir. İğnelerin Eski Tunç Çağından MÖ 1. bine kadar kullanıldıkları bilinmektedir. Ayrıca oraklar, deliciler, kemik çekiç başları, çanak-çömlekler de buluntular arasındadır. Bu yapı içerisinden oldukça kaba hamurdan bir küp parçası üzerinde, çizgisel tarzda yapılmış, lir tasvirinin bulunduğu parçası da özel bir buluntudur.  

Bu yapılar içerisinden ele geçen seramik repertuarına bakıldığında atölye içinde bulunan iğneler dışındaki diğer küçük eserlerin Assur Ticaret Kolonileri Döneminin son safhası ve Eski Hitit Dönemi özelliklerini göstermektedir. Bu alanda bulunan çanak çömlekler Kaniş –Karum Ib, Maşat Höyük V, Alişar, Boğazköy IVd ve Aşağı Şehir IV. yapı katı, Acem Höyük III, Konya Karahöyük I, Yanarlar ve Gordion Hitit mezarlığındaki eserlerle benzerlik gösterirler. 

ALACA HÖYÜK HİTİT BARAJI

Aşırı yağışların ya da nehirlerin yatağını değiştirmesi sonucunda gerçekleşen sel baskınlarından Hititlerin de etkilendiği yazılı belgelerden bilinmektedir. Fırtına tanrısının kült merkezi olan Nerik şehrinin su baskınına uğradığı ve bu şehrin Kral III. Hattuşili tarafından kurtarıldığını anlatan bir yazılı belge de mevcuttur. Sulamanın yanı sıra barajların yapılmasının bir diğer nedeni de nehirlerin su baskınını kontrol altına almak olmuştur. Yaşadıkları bölge ve iklim şartları gereği, suyun önemini kavrayan, bu sebeple su toplamaya yönelik barajlar ve kutsal su havuzları yapan Hititler suyun kutsallığını da vurgulamışlardır.

Alaca Höyük Hitit Barajı Alaca Höyük Kazı Arşivi

Hititler de Anadolu’da barajsız yaşanamayacağını günümüzden 3 bin 500 sene kadar önce anlamışlar ve gereğini yerine getirmişlerdir.

Ahmet Ünal’a göre “sulama” anlamına gelen Hititçe kelime sadece bahçeler için kullanılmıştır. Eğer bu açıdan bakılacak olursa, Hititler Döneminde de sulamanın belirli bir sistem içerisinde gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Şüphesiz ki, bu konuda bir Hitit su idaresinden bahsedilebilir. Çünkü sulamanın düzenli bir şekilde işleyebilmesi için belli kurallara ihtiyaç duyulması kaçınılmazdır. Suya ihtiyaç duyulan bölgelere ideal şekilde su temin edebilmek için baraj ve göletlerden düzenli bir şekilde su alımı yapılmış olmalıydı. Huser’in yaptığı araştırmalar ışığında Hititler çivi yazılı belgelerinde su idaresi konusuna çok az değinmişlerdir. Ancak, kanunlar ya da memur genelgeleri bazı ipuçları vermektedir. Bu belgelere göre göletlerin pisliklerden korunması, su kanallarının yılda en az bir kez temizlenmesi gerekirdi. Bu tesislerin zarara sokulması durumunda, örneğin; eğer bir kişi bir meyve bahçesinin sulama sistemini bozarsa ya da bir boru çalarsa, ceza verilmekteydi. Bu da işleyen bir su sisteminin Hitit Devleti için ne derece önem taşıdığını göstermektedir.

Bununla ilgili en güzel kanıtlardan biri de, Hititlerin yaptığı barajlardır. Bunlardan yeri bilinen bazı baraj ve kutsal havuzlar; Kayseri Pınarbaşı yakınlarında Karakuyu, Konya Kadınhan’daki Köylütolu, Beyşehir Eflatunpınar’a ve Yalburt Yaylası’ndaki kutsal havuz ile Alaca Höyük yakınındaki Gülpınar Hitit Barajı’dır.

1935 yılından bu yana varlığı bilinen Gölpınar Hitit Barajı’nın, taş dolgu setinin yüzeyinden yüksekliği yaklaşık 2 metredir. Bendin taşları yumruk büyüklüğündedir. Alt kısımdaki taşlar daha büyüktür ve killi toprakla takviye edilmiştir. Bu, bir ölçüde geçirgenliği de önlemiştir.  Setin alt kısımlarında harç olarak killi toprak kullanılmıştır.  

Taş setin doğu-batı yönünde kalınlığı 15 metredir. Setin her iki yanında savaklar mevcuttur.  Bu savaklardan iki tanesi günümüzde de işlevini korumaktadır. Bu savakların arasında bir metre seviye farkı vardır. Bu, barajın su dolum kapasitesiyle ilgilidir. İki savağın içerisinden gelen su, taş dolgu setin üzerindeki kanal yoluyla, dinlenme havuzuna akmış olmalıdır. Burada dinlenen su, batı tarafındaki setin duvarı üzerinden, çakıl döşeli bölümden öndeki kanala doğru akış göstermiş olmalıdır.

Uzunluğu yaklaşık 130 metre olan taş setin ortasında bir dinlendirme ya da depolama havuzu vardır.  Bu depolama ya da dinlendirme havuzun un tabanı da kille kaplanmıştır.

Bendin batı istikametinde, suyun aktığı yönde ortadaki havuzun kenarında üç adet sunak şeklinde heykel ya da kitabe kaidesi açığa çıkartılmıştır. Dışa doğru hafif meyilli olan kaidelerinden birisi kum, ikincisi kireç üçüncü kaide ise, andezittendir. Her üç kaidenin de üstünde dışa doğru 20 cm yüksekliğinde çıkıntı mevcuttur. Bu kaidelerin benzerleri Eflatunpınar’da mevcuttur.

Alaca Höyük Hitit Barajı gövdesindeki bataklık görünümündeki toprağın yaklaşık 25.000 metreküplük bölümü temizlenmiştir. Bu temizlikten sonra, baraj gövdesinin, andezit ve konglomera kayaçların içine oyularak yapıldığı ve taş dolgu set ve diğer üç yönden taş duvarlarla çevrelendiği anlaşılmıştır.

Baraj havzasının çamurumsu toprak yığını temizlenirken, bir stel kaidesi ve hiyeroglif yazıta ait taş parçası da bulundu. Hiyeroglifli yazıt parçasını inceleyen filologlar bunun, tanrıça Hepat’la ilgili bir kitabeye ait olduğunu yayınladılar. Gölpınar Hitit Barajı, Alaca Höyük ve çevresine daha çok su toplama amaçlı hizmet vermiş olmalıdır. Fakat burada ele geçen heykel ya da stel kaidelerini ve hiyeroglif yazıtlı stel parçasını da değerlendirecek olursak, dinsel bir anlamı olduğu da düşünülebilir.  Köylütolu Barajı’nda, Yalburt kutsal havuzunda, Karakuyu Barajı’nda ele geçen IV. Tuthalia’ya ait yazıtlar da ele geçmiştir. Bu yazıtların antik barajlara ve kutsal havuzlara konmasındaki amaç kralın ve tanrının gücünü göstermektir. Yalburt, Köylütolu ve Karakuyu Barajı’nda olduğu gibi Alaca Höyük’teki Gölpınar Hitit Barajı’nda bulunan stel parçasında yazılı olan Tanrıça Hepat adının da, aynı amaçla yazılmış olması ihtimali düşünülebilir.

Eski Tunç Çağı

III. Kültür Katı ise, MÖ 3000 ile MÖ 1750 yılları arasındaki dönemdir ve Eski Tunç Çağında, Anadolu’nun tarih sahnesine “Hatti” adıyla çıktığı safhadır. Alaca Höyük’teki bu dönemin en önemli buluntuları, Hitit kültürüne ışık tutmuş olan Hatti prens ve prenses mezarlarıdır. Bu kültür katında yerleşim içinde özel bir alana toplanmış yöneticiler ve ailesine ait 13 mezar açığa çıkarılmıştır. Bu mezarlarda bulunan (sözde Hitit güneş kursu) “Hatti Güneş”  kursları ve bunlarla beraber ele geçen boğa, geyik ve insan heykelleri sanatsal açıdan kusursuzdur. Ayrıca, altın, gümüş ve tunçtan yapılmış ölü hediyeleri, dönemin eriştiği yüksek kültür seviyesini yansıtırlar. Bu mezarlardan gün ışığına çıkartılmış altın kabzalı hançer, Anadolu’nu en eski demir eseridir. Bu 13 krali mezardan altı tanesi, daha önceki yıllarda mimari açıdan yeniden yapılandırılmıştı. Ancak görsel olarak ve zamanla çok tahrip olduğu için yeterli değildi. 2009 yılında bu mezarlar yeniden, yerinde canlandırılmış ve ziyaretçiler tarafından gezilip görülebilir duruma getirilmiştir.

Bu krali mezarlar dışında, Eski Tunç Çağına ait 2009 yılında yapılan kazılarda çok özel buluntular ele geçmiş ve nişli, kerpiçli büyük bir yapı açığa çıkarılmıştır. Ancak bu özellikli yapı, Hitit İmparatorluk Dönemi mabed-saray yapısı ile büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Kerpiçlerin bir bölümü korunmuştur. Açığa çıkartılan odaların kuzey duvarları üzerinde, kerpiç duvarların arasında ikisi tam biri tahrip olmuş 3 adet niş (kör pencere) ortaya çıkarılmıştır. Nişlerin iç duvarları ve tabanı sıvalıdır. Bu kör pencerelerin önünde, ikisi envanterlik diğerleri etütlük olmak üzere bir grup depas ele geçmiştir. Envanterlik iki depas 1935 yılından bu yana süren Alaca Höyük kazılarında ilk defa tam olarak açığa çıkarılmıştır. Bu depasların yanında adak kapları olarak yorumlanabilecek kulplu kulpsuz küçük çanaklar, figürün ve idoller açığa çıkarılmıştır. Ayrıca bu alanda çok sayıda Eski Tunç Çağına tarihlenen çanak-çömlek buluntu ele geçmiştir.

Alaca Höyük’teki Eski Tunç Çağı beyinin iskeletinin duruşunun detay görüntüsü Fotoğraf : Aykan Özener

Kalkolitik Çağı

IV. Kültür Katının başlangıcı henüz kesin olarak bilinmemektedir. Çünkü bu döneme ait yerleşimler günümüzde sular altında kalmıştır. Ancak, MÖ 5500-3000 kadar olan dönem Kalkolitik Çağdır. Çok dar alanda yapılan çalışmalarla bu evre tam anlamıyla tespit edilememiştir. Ele geçen seramik buluntular bu kültür katını tarihlendirmeye yardımcı olmuştur. 

Alaca Höyük’te son yıllarda yapılan kazılarda, bir tabakaya bağlı olmadan ele geçen kabartmalı seramik parçası üzerindeki hayvan betimlemesinin Arkaik görünümlü oluşu, Alaca Höyük yerleşim tarihi açısından düşündürücü bir buluntudur.

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER