Balıklıgöl Heykeli

Literatürde "Urfa Adamı" olarak da bilinen Balıklıgöl Heykeli'nin  "erkek cinselliğini sembolize ettiği" yaygın bir kanı. Bu yorumun en temel nedeni, çağdaşları Göbeklitepe ve Karahantepe'de de rastlanan fallus sembolizminin zamanla Mezopotamya'da şekillenecek "babatanrı" anlayışına giden sürecin ilksel işaretleri olduğu şeklindeki varsayım. Ne var ki, döneminin koşulları ışığında yakından bakıldığında, heykelin pekâlâ farklı yorumlara açık olduğu söylenebilir.

Balıklıgöl Heykeli

Literatürde “Urfa Adamı (Urfa Man)” olarak da bilinen “Balıklıgöl Heykeli (Balıklıgöl Statue)”, 1993’te Şanlıurfa il merkezinde yer alan Yeni Mahalle’de yapılan bir yol çalışması sırasında gün yüzüne çıkarılmıştı. Üç ana parçaya kırılmış halde bulunmakla birlikte genel bütünlüğünü büyük ölçüde koruyan heykel, 193 cm boyu, 54 cm genişliği ve 63 cm kalınlığıyla gerçek insan boyutlarında ve formunda yapılmış (bilinen/bulunan) en eski heykel olma özelliğine sahip. Aslında in situ bulunmak bir yana konteksi dahi bilinmeyecek bir şekilde tesadüfen ve yalıtılmış halde gün yüzüne çıkan heykelin nerede, nasıl ve ne amaçla yapılıp kullanıldığını kestirmeye yardım edecek herhangi bir somut veriye ulaşılabilmiş değil. Bu durumda neredeyse tek seçenek, Yeni Mahalle Höyüğü’nün tarihlendiği Çanak Çömleksiz Neolitik B Evresi’ne1 ait benzer buluntulara kıyasla dönemin genel özellikleri bağlamında yorumlar yapılması. Nitekim çok fazla yayına konu olduğu söylenemeyecek heykele başlangıçta verilen ve resmen terk edilmekle birlikte bir tür galatımeşhur haline gelen “Urfa Adamı/Man” ismi de bu çerçevede değerlendirilmeli. Zira sergilendiği Şanlıurfa Müzesi’nin Arkeolojik Eser Kataloğu’nda da yazıldığı gibi, “heykelin esas olarak erkek cinselliğini sembolize ettiğinden kuşku yoktur” kanaati değişmemiş durumda. Katalogdaki tanıtıma göre heykel, “yanlış olarak Neolitik Dönem kültürleri ile özleştirilen Ana Tanrıça imgesinin çok daha sonraları ortaya çıktığını,2 özellikle Çanak Çömleksiz Neolitik Dönemde hâkim ‘kutsal varlığın’ erkek olduğunu kanıtlamaktadır.”3 Dolayısıyla, özellikle Göbeklitepe gibi merkezleri karakterize eden “tapınak” ve fallus sembolizminin zamanla Mezopotamya’da şekillenecek “babatanrı” anlayışına giden sürecin ilksel işaretleri olduğu varsayımının büyük ölçüde benimsendiği söylenebilir.

Bu kısa yazı, literatürdeki bu hâkim görüşü doğrudan heykel ve onu çerçeveleyen dönemin koşulları ışığında değerlendirmek amacıyla kaleme alınmıştır.

Heykelin “erkek cinselliğini sembolize ettiği”ne hükmedilmesinin en temel dayanağı, bir bütün olarak tasvir edilen (asıl) bireyin -ilk bakışta- iki elinin kasık hizasında ve fallusunu tutar şekilde olmasıdır. Gerçekten de konumları ve konumlandırılışları itibariyle ellerin erekte bir penisi kavradığı izlenimini elde etmek mümkündür. Zira, çok net olmasa da, ellerin birleşme noktasının hemen altında bir kabartma/kabarıklık olduğu görülmektedir. Keza altta, iki elin ortasına gelen yerde fallus izlenimi veren bu kabarıklığın “kökü”nde ve yanlara doğru yer alan iki yarım ay şeklindeki kabartmanın da testisler olduğu değerlendirilebilir.

Benzer bir değerlendirme, birbirlerine kabaca eşit beşer parmaktan oluşan ellerin ikisinin hemen altında görülen “torba”ya benzer kabartmalar için de yapılabilir. Ellerin üst tarafında fallus izine rastlanmasa da, ana gövdenin (baş ve boyunla birlikte) bir bütün olarak fallus temsili olduğu düşünülebilir.

Öte yandan, ellerin kavradığı bölgeye yakından bakıldığında, tümüyle farklı bir yorum yapmak da mümkündür. Örneğin ilk bakışta fallus olduğu düşünülen bölgenin hemen altında görülen “boşluk” dikkat çekicidir. Orijinal olan ve sanki “istenildiğinde [bir şey] ekleniyormuş” izlenimi veren4 bu “boşluk” pekâlâ bir “oyuk” yani “vulva” da olabilir. Zira fallus izlenimi veren kabarıklığın “kökü”ndeki bu bölge, toplamda bir “vulva” ile “dış/büyük” dudaklarına da benzetilebilir. Eğer öyle ise, iki cinsin organlarının tek vücutta birlikte gösterildiğini söylemek gerekecektir. Bu durumda, çift cinsiyetli (hünsa, hermafrodit) bir bireyin temsili kadar çağlar boyunca çeşitli zaman-mekânlarda görüldüğü gibi yaşamın kaynağı ve kurucusu olan iki cinsiyetin tek bir vücutta gösterilmiş olması gibi bir alternatif de söz konusu olabilir.

Kilisik Heykeli © Marc Verhoeven, “Person or penis? Interpreting a ‘new’ PPNB anthropomorphic statue from the Taurus foothills”, Neo-Lithics, No 1, 2001, s. 8-9.

Burada akla hemen Nevali Çöri’nin 85 km kuzeyinde (bugünkü Adıyaman sınırları içinde) 1970’lerde bulunan Kilisik Heykeli gelmektedir. Balıklıgöl Heykeli gibi Çanak-Çömleksiz Neolitik’e tarihlenen 80 cm boyundaki bu heykel, sıklıkla bir fallik sembol olarak değerlendirilmektedir. Ancak üzerine yapılan belki de tek ayrıntılı analiz, kendisi fallus gibi olan heykelin fallusunun da muhtemelen bir kadın şeklinde olduğu yorumunu yapmaktadır. Bileşenleri farklı yorumlara konu olabilecek olsa da, muhtemelen heykelin iki (cinsten) insanın kompozit bir figürü olduğu açıktır.5 Bu görüşün en temel dayanağı, başını büyük heykeldeki asıl bireyin elleriyle kavradığı fallus biçimli insanın ellerinin de kendi kasık bölgesinde olması ve fakat orada yuvarlak bir “boşluk” bulunmasıdır. Göbeklitepe’de görülen yuvarlak boşlukların kadın(lığ)ı temsil ediyor olabileceği yönündeki genelgeçer yorumlar bir yana, Balıklıgöl Heykeli’nde de aynı konumda ve bağlamda görülen “boşluk” dolayımıyla iki cinsi(yeti)n bir arada gösterilmesi gibi bir dönemsel eğilimden bahsetmek mümkündür. Nitekim tıpkı Kilisik Heykeli’nde olduğu gibi Balıklıgöl Heykeli’nde de ellerin kavradığı fallusun aslında bir kadını temsil ettiği söylenebilir. Zira iki elin tam arasında yer alanın hemen alttaki bölümde vulvası tasvir edilen bir kadının başı olduğu düşünülebilir. Bu durumda, “torba” görünümlü yerler de kadının başının iki yandaki devamı olabilir. Gerçekten de, Nevali Çöri’de bir insan kafasının arka kısmında bulunan yılan başı ya da Göbeklitepe’de bulunan “doğum yapan kadın” tasvirinin başına benzerlik dikkat çekicidir. Tüm bunlar “fallus” kadar “mantar kafa” da çağrıştırmaktadır.

Diğer yandan, yanlardaki iki “torba”nın kadının iki yana açılmış (şişman) kolları, “vulva” biçimli “oyuk”un da yine iki yana açılmış (şişman) bacakları arasındaki boşluk olması ihtimali da akla gelmektedir. Bu durumda, yukarıda ellerin kavradığı fallus izlenimi verdiği söylenen kabarıklığın bu kadının bedeni, “vulvanın dış dudakları” olarak değerlendirilen iki yarım ayın da bacakları olma ihtimali söz konusu olacaktır. Kilisik Heykeli’ndeki fallusun bir bütün olarak bir başka (kadın) bireyi sembolize etmesi gibi, burada da fallusun bir kadını (da) betimlediği düşünülebilir.

Balıklıgöl Heykeli

Elleri ve kolları iki yana açılmış (ve şişman) olan bu figür, sadece Üst Paleolitik’teki “Venüs figürinleri”ni değil Neolitik boyunca görülen pek çok kadın tasvirini ve hatta “eli belinde” tasvirinin başlangıcı kabul edilen Koçumbeli figürinlerini de çağrıştırmaktadır.

Nihayet, Balıklıgöl Heykeli’nde ellerin arasında ve altında olan temsillerin bir bütün olarak insan ya da hayvan başı şeklinde olduğu söylenebilir. Akla zaman-mekânda tasvirlerine sık rastlanan leopar vb. kedigiller gelmektedir. Ellerin hemen altından sarkan “torbalar” kulakları, altlarındaki çukurcuklar gözleri, aralarındaki kabarıklık burnu ve alttaki “boşluk”la çevresi de ağız ile dudakları ya da çene yapısını teşkil ediyor olabilir. Zira Göbeklitepe, Nevali Çörü ve Karahantepe’de benzer baş/yüz tasvirleri bulunmuştur. Öte yandan, hepsi aynı büyüklükte olan parmaklar ilk bakışta bir “pençe” izlenimi verse de, kasık bölgesindeki unsurlar akla başka ihtimalleri de getirmektedir. Örneğin, parmaklar bir “kuş”un kanatları, hemen altlarındaki “boşluk”u çerçeveleyen kabartmalar da arkaya doğru kıvrılmış iki ayrık bacak/ayak izlenimi vermektedir. Keza parmakların “akrep” benzeri bir hayvanın ayakları olması, heykelin kendi sol elinin altından arkaya doğru kıvrılan uzantının da kuyruk olma ihtimali söz konusudur. Ne de olsa akrep, çok farklı zaman-mekânın sanatında sıklıkla cinsellik çağrıştırır şekilde kullanılmıştır. Tüm bunlar, Üst Paleolitik’ten süzülüp gelen benzer teriantropik, antromoporfik ya da zoomorfik temsilleri akla getirmektedir.

Bu yorumların ikna ediciliği bir yana, büyük ölçüde önden ve genel görünümü itibariyle yapılan yorumların aksine heykele farklı yönlerden bakıldığında da (sadece) bir erkeğin sembolize edilmediği açıkça görülmektedir.

Balıklıgöl Heykeli

Hatta müzenin eser kataloğunda “olasılıkla sadece ön yüzden seyredilmek üzere tasarlanan heykel, yandan bakıldığında yassı bir görüntüye sahiptir, arka yüzde ise hemen hemen hiçbir vücut hattı belirtilmemiştir” şeklinde tanıtılan eserin müzede sadece önden görülecek şekilde sergilenmesinin de büyük bir müzecilik hatası olduğu belirtilmelidir. Bölgede yapılan tüm kazıların ekipleriyle müze görevlilerinin emek-yoğun çabalarına büyük saygı duymakla birlikte, hiçbir eserin ziyaretçiye tek açıdan gösterilmemesi gerektiği açıktır. Hele dünyanın gerçek insan boyutlarında ve formunda yapılmış bilinen en eski heykeli söz konusuysa.

Gerçekten de heykelin “olasılıkla sadece ön yüzden seyredilmek üzere tasarlanan” bir obje olmadığı açıktır. Zira önden bakıldığında koltuk altlarından itibaren gayet düz bir şekilde aşağıya inen “fit” bir (genç) erkek gövdesi, karnı ve beli söz konusudur. Oysa hemen heykelin yanında bulunan ve müzenin eser kataloğunda da yer verilen arkadan çekilmiş fotoğrafına bakıldığında, önden görünümün aksine (genç) kadını çağrıştıran ince bel ve kavisli kalça dikkat çekicidir.6 Aslında arkadan tam simetrik bir kalça görünümü yoktur. Ancak hemen yukarıda bahsedildiği üzere ellerin arasındaki akrep benzeri bir hayvanın olası kuyruğunun bir yandan arkaya doğru uzanmış olma ihtimali vardır. Keza (ancak özel bir inceleme ile o da belki anlaşılabilecek şekilde) asıl bedenin kendisinin kuyruklu yapılmış olması da tümüyle ihtimal dışı değildir.

Keza önden kalın görünen kollar da arkadan epey ince biçimlendirilmiştir. Arkadan koltuk altları ve kolların başlama yerinin açılma biçimi ile ellerin bel hizasından vücuda bağlanma noktaları öyle bir biçimlendirilmiştir ki, önden görünenden farklı (cinste) bir tasvir elde edilebilmiştir. Yukarıda önden görünüm bağlamında yapılan çift cins(iyet)lilik hali, ön ve arkadan genel görünümler itibariyle de söz konusudur. Önden ilk bakışta erkek olan gövde/vücut, arkadan ilk bakışta kadındır.

Balıklıgöl Heykeli

Bu çok boyutluluk, kendisini önden bakıldığında boyunda görülen “iki sıra bezeme”de de göstermektedir. Bu bezemelerin “takı” ya da “yaka” olduğu neredeyse hiç tartışılmaksızın genel kabul görmüşe benzemektedir. Bunda derin ve yuvarlak göz oyuklarına obsidyen dilgi parçalarının yerleştirildiğinin düşünülmesi de önemli bir etkendir. Heykelin dönemin prestij ürünleriyle süslü olduğu varsayılmaktadır.

Oysa örneğin kolye gibi bir “takı” ya da “yaka”nın boynun arka tarafını da bir şekilde sarması ya da bir tür devamının olması gerekir. Böyle bir görüntü olmadığı gibi özellikle alttaki V’nin omuzun üst kısmına erişmeden sönümlendiği görülmektedir. Önde ya da arkada “yaka”yı işaret edecek herhangi bir kıyafet izi de görülmemektedir. Dolayısıyla, sadece ön kısımda üst gövdede yer alan ve orayla da sınırlı kalan bir “bezeme” söz konusudur.

Tell Sheikh Hassan Heykeli

Boynunda benzer V olan Tell Sheikh Hassan Heykeli’nin belinde görülen ve muhtemelen kuşak olan paralel bezeme, vücudun arka tarafında da sürdüğü için “kıyafet” olarak değerlendirilmiştir.7 Bu nedenle boyundaki V’nin “yaka” izlenimi verdiğini söylenebilir. Ancak alt gövdede (ellerin devamı gibi görülen) ters bir V olduğu açıktır.

Aslında heykelin ense kısmı (önden boynun görünümüne kıyasla) kalın görülmektedir.8 Bilindiği kadarıyla heykel üzerinde herhangi bir boya analizi yapılmamıştır. Ancak görüntü itibariyle boyalı olduğunu düşündürecek bir belirti olmadığı gibi, oyma ya da kabartı bir desen de yoktur. Bu nedenle, ensenin boyundan kalın görülmesinin örneğin saç vb. bir unsur nedeniyle olmadığı söylenebilir. Zaten önden anlaşıldığı kadarıyla heykel “kel”dir. Dolayısıyla, diyelim ki bir “kolye”nin enseyi örten saçın altında kalması gibi bir durum da yoktur. (Tabii heykelin sadece önden görülecek şekilde yapıldığı görüşü esas alınacaksa, kolyenin devamının arkadan görünmesine gerek yoktur. O zaman bezemenin omuzların üstüne kadar ulaşamaması ya da bel-kalça meselesi de tesadüf olarak görülecektir -ki, o zaman zaten heykeli de hiç yorumlamamak gerekecektir).

Kısacası, mevcut yorumu destekleyen maddi bulguların eksikliği nedeniyle boyundaki bezemenin “kolye” ya da “yaka” olmadığı söylenebilir. Bezemenin ne olabileceği üzerine kafa yormayı belki de kaçınılmaz kılansa, “Taş Tepeler” boyunca görülen çok benzer tasvirlerdir. Göbeklitepe’deki leopar kabartmasının gövdesinde, Karahantepe’deki bir dikme taşın boyun/boğaz bölgesinde, Sayburç’ta bulunan ve başı zoomorfik temsil edilen “Leopoarlı İnsan”ın tıpkı Balıklıgöl Heykeli’ndeki gibi üst gövdesinde ve Ayanlar Höyük’te bulunan leopar başının “bıyık” kısmında neredeyse aynı motife rastlanmaktadır. Dolayısıyla, V’lerin zaman-mekâna has bir sembolizm (statü işareti?) olma ihtimali yüksektir.

Sayburç, “Leopoarlı İnsan”

Göbeklitepe, Leopar Kabartması

Ayan Höyük © Bahattin Çelik, “A new Pre-Pottery Neolithic site in Southeastern Turkey: Ayanlar Höyük (Gre Hut)”, Documenta Praehistorica, 44, 2017, s. 367.

Öte yandan Çanak Çömleksiz Neolitik dönemde rastlanan ve en azından “Taş Tepeler” bağlamında tipolojik olduğu söylenebilecek bu “bezeme”, akla Üst Paleolitik’ten Kalkolitik’e ve hatta Bronz Çağı’na giden kimi sanatsal ve figüratif bulguları da getirmektedir.

Blombos Mağarası , © Christopher S. Henshilwood vd., “Emergence of modern human behavior: Middle Stone Age engravings from South Africa”, Science, 295/5558, 2002, s. 1278-1280.

Güney Afrika’daki Blombos Mağarası’nda bulunan ve kırmızı aşı boyası üzerine yapılan yaklaşık 70 bin yıllık V, M ve üçgen benzeri çiziklerin yorumlanması kolay değildir. Ancak Üst Paleolitik ve Neolitik sanatında kadın(lığ)ın “pubik üçgen” resmi ve V şekli ile temsil edilebildiği görülebilmektedir.9 Özellikle de özel bir statüye sahip olduğu düşünülen şaman kadınların imlenmesi açısından. Örneğin Fransa’daki Chauvet Mağarası’ndaki “Venüs ve Büyücü” resminde, vahşi hayvanın bacaklarının arasına çizilen pubik üçgen resminin kadına işaret ettiği yaygın kanıdır.10 Bunun belki en önemli nedeni, 1864’te Fransa’da bulunan ve dönemin ruhuna koşut olarak “Utanmaz Venüs (Vénus impudique- Immodest Venus)” adı verilen 15 bin yıllık Üst Paleolitik kadın heykelciğidir. Venüs adı verilen ilk arkeolojik bulgu olan heykelin pubik üçgeni de yine ortasında bir çizik/yarık olacak şekilde tasvir edilmiştir. Keza, bu kadar net bir veri olduğu tartışmalı olmakla birlikte, İspanya’daki El Mirón Mağarası’nın girişinde bulunan “mezar taşı” da benzer bir veri sunar gibidir. İçinde bulunan yoğun kırmızı aşı boyası nedeniyle Lady in Red olarak isimlendirilen yaklaşık 19 bin yıllık mezar, özel/farklı şekilde gömüldüğü gibi iyi beslendiği de anlaşılan 35-40 yaşlarındaki bir (şaman?) kadına aittir. Mağara girişindeki mezarın hemen başına dikilen kaya parçasının üzerinde V şeklinde bir işaret olduğu ve bunun da pubik üçgeni ve dolayısıyla kadın(lığı)ı temsil ettiği önerilmektedir.11 Hatta V’nin iç ortasında da yine bir dikey çizik olduğu söylenebilir.

İlginç bir şekilde, çok benzer bir tasvire Erken Neolitik yerleşimlerinden Tell Mureybet’te de rastlanmıştır. Evlerden birinin iç duvarında beyaz sıva üzerine siyah boyayla V işaretleri yapılmıştır.12 Bu işaretin konteksine dair bir bilgiye rastlanmamakla birlikte, aynı yerleşimde bulunan kadın heykelciklerinin Üst Paleotik’te görülen V ve “Venüs” tarzlarına benzerliği açıktır. Bir heykelcikteki W ve V şekilli çentikler bir yana, bir başkasındaki pubik üçgen de yine ortasında bir çizik/yarık olacak şekilde gösterilmektedir. Neolitikleşme sürecindeki bu verilerin Üst Paleotik’ten gelen bir tür süreklilik taşıdığı açıktır.

"Venüs ve Büyücü” resmi, Chauvet Mağarası (30 bin yıl öncesi)

“Utanmaz Venüs” figürini (15 bin yıl öncesi)

Sibirya/Mal’ta Venüsü (20 bin yıl önce)

El Mirón Mağarası “mezar taşı” (19 bin yıl öncesi) © Vera Moitinho de Almeida vd., “(Re)seeing the Engraved Block of El Mirón Cave (Ramales de la Victoria, Cantabria, Spain)”, CAA 2012.

Tell Mureybet duvar bezemesi © Danielle Stordeur ve Juan José Ibáñez-Estévez, “Stratigraphie et répartition des architectures de Mureybet”, 2009, 72.

Tell Mureybet figürinleri © Jacques Cauvin, “Les fouilles de Mureybet (1971-1974) et leur signification pour les origines de la sédentarisation au Proche-Orient”, Annual of the American Schools of Oriental Research, No 44, 1977, s. 34.

Neolitik’in en özgün yerleşimlerinden Çatalhöyük’teki bir mühür üzerinde hemen hemen aynı bezemenin tekrarlı olarak görülmesi bu açıdan çok anlamlıdır. Keza Çatalhöyük’te bir kadın mezarında bulunan ve yaban domuzu çene kemiğinden yapılan kolyedeki V işaretleri de dikkat çekmektedir. Bu tür bir yoruma konu olduğuna rastlanmasa da, Neolitik’i MÖ 7 binlerde Avrupa’da başlatan Lepenski Vir (Demir Kapılar) Kültürü’nün sembollerinden olan heykelin de boynunun ve gövdesinin V (ve M) sembolleriyle bezeli olduğu görülmektedir. Yerleşimin sakinlerinin “Bereketli Hilal”de görülen “Neolitik paket”i Anadolu üzerinden buraya taşımış olduğunu gösteren ayrıntılı DNA analizleri bu açıdan anlamlıdır.13 Benzer bir yorumu pubik üçgene belirgin şekilde rastlanan “Kiklad Sanatı” konusunda da yapmak mümkündür.

© Çatalhöyük Araştırma Projesi arşivi

© Çatalhöyük Araştırma Projesi arşivi

Lepenski Vir Heykeli (MÖ 7. bin yıl)

Tell Brak Göz İdolü Uruk Dönemi (MÖ 4. bin yıl)

“Erkek Heykeli” Hanedan Öncesi (Antik) Mısır (MÖ 4. bin yıl)

Kiklad Sanatı (Ege Bronz Çağı)

Hasanoğlan Heykelciği (MÖ 2100-2000)

Kuşkusuz zaman-mekân farkları da düşünüldüğünde olası bir etkileşimin varlığını ispatlamak mümkün değildir. Dolayısıyla bahsedilen ölçütler epey zayıf (ve belki “zorlama”) bulunabilir. Ancak Balıklıgöl Heykeli’nin Üst Paleolitik’ten yerleşik düzene geçiş sürecinin tam ortasındaki bir zaman-mekânda yapılmış olması, öncesi ve sonrasına dair verileri birer ölçüt olarak kullanmaya izin vermektedir. Nitekim Mezopotamya, Mısır ve Anadolu’nun her birinde ilksel devletler öncesi dönemlerde yapılan sanat eserlerinde karşımıza çıkan pubik üçgen, Sümer çivi yazısı sisteminin ilk (“piktografik”) dönemlerinde de “kadın” sözcüğünü göstermektedir. Hem de üçgenin yine içinde/ortasında bir çizik olacak şekilde. Dolayısıyla, zamanla evrimleşerek dönüşen yaşam ve üretim biçimine koşut anlam kaymalarına da uğramış olabilecek bir süreklilik var gibidir. Muhtemelen göçer avcı-toplayıcı olan Balıklıgöl Heykeli’ni yapanların, tam ortasında oldukları dönemlerin ruhunu yansıtan bir sembolizmi paylaştığı düşünülebilir.

Sümer Yazı sisteminin dönüşümü

Öte yandan, yukarıda örnekleri verilen V, W ve dalgalı M benzeri tasvirlerin bulundukları yer itibariyle köprücük kemiği, göğüs kafesi, kollarla birlikte üst iskelet yapısı vb. unsurlar olma ihtimali de yabana atılmamalıdır. Göbeklitepe’deki leopar kabartmasının gövdesindeki V’ler iskeleti, Balıklıgöl Heykeli’yle Sayburç kabartmasının üst gövdesindeki V’ler ise köprücük kemiğini ya da göğüs kafesini temsil ediyor olabilir. Bilindiği gibi, kemik/iskelet sembolizmi şamanik toplumlarda yaygındır ve genellikle varlıkla yokluğun bilgisine hâkim şamanın olağanüstü kişiliğinin bir göstergesi sayılır.14 Avcı-toplayıcı geçimin temelindeki göçer değerlerin sürdürüldüğü Çanak-Çömleksiz Neolitik’in “Taş Tepeler” kesitinde rastlanan V bezemelerinin bu amaçla yapılmış olma ihtimali pekâlâ söz konusudur.

Nihayet, daha düşük bir ihtimal olmakla birlikte, Blombos Mağarası’ndaki ilk örnekten başlayarak tüm böylesi işaretlemelerin bir tür yazı, hesap, harita, takvim ya da benzeri bir çeteleme ya da muhasebeleştirme amacı güttüğü düşünülebilir.

Kısacası, Üst Paleolitik göçer avcı-toplayıcılığından Bronz Çağı’nın yerleşik tarım devletlerine kadar giden dönüşüm sürecinin kilidi olan “Neolitik Devrim”in başlangıçlarına tarihlenen Balıklıgöl Heykeli’nin tüm bu dönemlerin sanatsal eğilimlerini yansıtma ihtimali yabana atılmamalıdır. Bu nedenle, Heykelin boynunda görülen ve “kolye” ya da “yaka” olmayan bezemenin “kadın(lık)”, “ölüm” ya da “rakam/yazı” sembolü olma ihtimalleri düşünülmelidir.

Sonuç olarak, “Urfa Adamı (Urfa Man)” yerine gittikçe “Balıklıgöl Heykeli (Balıklıgöl Statue)” olarak anılan heykelin kendi döneminin yaşam ve üretim koşulları bağlamındaki anlamını üzerine çokça düşünmek gerekmektedir. Çok boyutlu/açılı bakış çerçevesinde (sadece) bir erkek olmadığı açık olan heykel, tıpkı Kilisik Heykeli gibi varoluşun ve düzenin kaynağı olan kadınla erkek cins(iyet)lerinin ve hatta tüm canlıların tamamlayıcılığını ve kozmik bütünselliğini sembolize ediyor olabilir. Önden ilk bakışta erkek olan heykel üst gövdedeki V bezemeleri ile kadın, arkadan ilk bakışta kadın görünen beden de boyun ve başın arkadan görünümünün fallusu andırması nedeniyle de erkek cin(iyet)ini de hatırlatmış olabilir. Keza üzerlerindeki hayvan çağrışımları da bu doğal bütünselliği desteklemiş olabilir. Doğurganlığın ötesinde başlıca üretici güçler olan kadınlarla erkeklerin doğayla uyumlu diyalektik birlikteliğinin vücuda gelmiş hali olduğu düşünülebilecek böylesi heykeller, örneğin iki cins(iyet) için de icra edilen erginleme ritüellerinde kullanılacak şekilde yapılmış olabilir. Avcı-toplayıcı yaşamda başlıca üretici güçler olan kadın ve erkek kurucu unsurlarının yaşama birlikte ve iç içe katıldığı ortak zeminler böylece işaretlenmiş olabilir. Tıpkı bir totem direği olduğu düşünülen 80 cm boyundaki Kilisik Heykeli15 gibi Balıklıgöl Heykeli’nin de alt kısmının monoblok ve tabana yerleştirilerek sabitlenecek şekilde tasarlanmış olması bu açıdan önemlidir. (Karahantepe’de muhtemelen inisiyasyon ritüellerinin yapıldığı özel yapının hemen yanındaki “üç localı” büyük alanın ortasında yer alan heykelin de bu açıdan incelenmesi önemli veriler sunabilir.)

Son olarak, Balıklıgöl Heykeli’nin boyundaki bezeme ve gözlerdeki süslemeler kadar burnunun kırık/kırılmış olması ve ağzının olmaması/görünmemesi de dikkat çekicidir. Sadece Göbeklitepe ve Karahantepe çağdaşlarında değil Olmeklerden “Antik Yunan”a kadar çok farklı zaman-mekânlarda da rastlanan heykellerin burnu kırma uygulamasının “kutsalı başkalarının zararından koruma” ya da “ölenin denetimsiz kalacak doğaüstü güçlerinin vereceği zararı önleme”16 gibi amaçları olduğu yorumları sıklıkla yapılır. Ancak Mezopotamya’da “başı koparılan” ya da başsız yapılan figürinler bağlamında da önerildiği gibi, kırarak kişiliksizleştirilen17 figürleri unutturan bir “ortak hafıza”nın da böylece yeniden kurulduğu düşünülebilir. Ne de olsa geçmişi unutma, en iyi hatırlama yöntemidir.18

Bir başka yazının konusu olmakla birlikte, Göbeklitepe ve Karahantepe gibi mekânların gömülmesi için de yapılan bu türden yorumlar kadar “eskiyi kullanım dışı bırakma” ihtimali de yabana atılmamalıdır. Zira burnu kırılarak vücut bütünlüğü bozulan figürle birlikte eski düzen de hükümsüz kılınmakta, yeni düzene ve hüküm sahibine alan açılmaktadır. Göbeklitepe ve özellikle Karahantepe’deki heykellerin neredeyse tamamının başlarının gövdelerden koparılmış şekilde gömüldüğünün tespit edildiği dikkate alınırsa, üç ana parça halinde bulunan Balıklıgöl Heykeli’nin (en azından) başının kendi zamanında kırılmış olduğu ihtimal dâhilindedir. Bir başka deyişle, özgün konumu bilinemez şekilde yalıtık halde bulunan Balıklıgöl Heykeli’nin de işi bittikten sonra kırılarak ıskartaya çıkarılmış olma ihtimali yüksektir.

Olmayan ağız konusuna gelince, genel kanı, ağzın muhtemelen yüzde maske olması nedeniyle görünmediği yönündedir.19 İşlevleri konusunda çok farklı yorumlar olan maskelerin heykeli anonim/kolektif20 bir kişi hale getirdiği, böylece dönemin ritüellerinin gerektirdiği cinsler/sınıflar üstü rolü oynamaya ziyadesiyle uygun bir görünüm elde edildiği düşünülebilir. Ancak Üst Paleoltik sanatında başta “ağız” ve “göz” olmak üzere yüz özellikleri olmayan/gösterilmeyen tasvirlere sıklıkla rastlanmaktadır. Yeme kadar konuşma ve görme gibi çok kurucu toplumsal özellikleri simgeleyen uzuvların yokluğu üzerine daha derinlikli sorgulamaların yapılması gerekmektedir. Söz konusu heykel(cik) ve tasvirlerin büyük olasılıkla özel kişilere dair olduğu düşünülürse, bu tip göndermelerin avcı-toplayıcı düzenlerin temellerine dair ipuçları sunduğu düşünülebilir.

Balıklıgöl Heykeli’nin farklı bölgelerinin yukarıda dikkat çekilen özellikleri bağlamında düşünüldüğünde, birçok alternatif yorumun kesişim noktasında şamanik çağrışımların yer aldığı söylenebilir. Bilindiği üzere şaman, herkesin göremeyeceğini görüp bilemeyeceğini bilme, belagati ve hitabetiyle toplumu bir arada tutan aidiyet unsurlarını inşa edip yeniden üretme, şifa dağıtma, sorunları çözen hakem olma ve ritüelleri toplum adına yönetme gibi kurucu işlevleri karşılığında çalışmadan karnını doyurtan ilk kişidir. Düzenin tüm bileşenlerinin özelliklerini uhdesinde toplayan, herkes olduğu kadar hiç kimse de olan ilksel “kurum”dur. İlksel şamanın çok büyük olasılıkla yaşlı kadın olduğu görüşü21 bir yana, Balıklıgöl Heykeli’nde görülen hermafrodit ve hatta zoomorfik unsurların “tüm bileşenleri tek vücutta toplama” sembolizmi içerdiği açıktır. Mantar kafa, kemik/iskelet vb. ihtimalleri için de benzer bir durum söz konusudur. Tüm bunlar, Üst Paleolitik’ten süzülüp gelen şamanın bilinen sembolleridir. Nihayetinde toplayıcı kadınlarla avcı erkeklerden oluşan Üst Paleolitik toplumların birliğinin ve bütünlüğünün sembolü olan şaman, kimlikler ve sınıflar üstü tarafsız hakem niteliğini bu “hem her şey hem de hiçbir şey olma hali”ne borçludur.

Aslında “Taş Tepeler” boyunca fallus sembolizminin belirgin olduğuna hiç kuşku yoktur. Ancak eril ya da ataerkil bir “kültür”ün olmasının maddi koşullarının oluştuğu ispatlanmadıkça, ilk bakışta erkek(liğ)i çağrıştıran tüm bulguların önyargısız ve tüm olası ihtimalleri dikkate alarak değerlendirilmesi elzemdir. Balıklıgöl Heykeli bu açıdan eşsiz bir fırsat sunmaktadır. Çünkü tek başına ve yalıtılmış şekilde bulunan heykeli yorumlamaya ket vurabilecek bir bağlam söz konusu değildir.

 

[1] Bk. Bahattin Çelik, “Şanlıurfa-Yeni Mahalle Höyüğü in the Light of Novel C14 Analysis / Yeni Karbon-14 Analizleri Işığında Şanlıurfa-Yeni Mahalle Höyüğü”, Armizzi - Engin Özgen'e Armağan / Studiesin  Honour of Engin Özgen, Bora Uysal, Atilla Engin ve Barbara Helving (ed.), Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2014, 101-102.

[2] Genellikle “Venüs figürinleri” olarak anılan Üst Paleolitik bulguları hakkında da bu yönde görüşler olduğu hatırlandığında, “Ana Tanrıça imgesinin çok daha sonraları ortaya çıktığı” ifadesini anlamak zordur.

[3] Heykelin önden ve arkadan çekilmiş resimleri ile açıklama notu için bkz. Şanlıurfa Müzesi Arkeolojik Eser Kataloğu, Genişletilmiş 2. Baskı, Necmi Karul, Gülriz Kozbe ve Ahmet Yavuzkır (ed.), Oma Oma Medya ve Yayıncılık, İstanbul, 2021, s. 118-119.

[4] Başka bir yazının konusu olabilecek bu benzetme, Prof. Dr. Necmi Karul’a aittir (22 Kasım 2021 tarihli kişisel yazışma).

[5] Bkz. Verhoeven, 2001: 8-9. Ayrıca bkz. Ian Hodder ve Lynn Meskell, “The Symbolism of Çatalhöyük in its Regional Context”, Ian Hodder (ed.), Religion in the Emergence of Civilization: Çatalhöyük as a Case Study, Cambridge University Press, Cambridge, 2010, s. 37.

[6] Heykelin iki cinsiyeti de temsil ediyor olabileceğine dair kuşkularımı paylaşırken arkadan çekilmiş resimdeki bel-kalça biçimine dikkat çeken kıdemli hekim Prof. Dr. Murat Fırat’a teşekkür ederim.

[7] Bkz. Bernd Müller-Neuhof, “An EPPNB Human Sculpture from Tell Sheikh Hassan”, Neo-Lithics, No 2/06, 2006, s. 32-33.

[8] Heykelin özellikle boyun yapısının (ki kulak da bu açıdan dikkat çekici bulunabilir) üreme sorunlarına da yol açan “Turner/Noonan Sendromu” hastalığını çağrıştırdığını söyleyen genç hekim Barış Yılmaztekin’e teşekkür ederim. Arkeolojik verilerin “ikon diyagnozu (icona-diagnosis)” çalışmalarıyla değerlendirilebileceğini, bu çerçevede kimi “anormal” sembollerin doğuştan gelen fiziksel-zihinsel deformasyonlara, engellere ya da hastalıklara işaret edebileceğini öneren bir çalışma için bkz. Anneliese A. Pontius, “Icono-diagnosis, a Medical-Humanistic Approach, Detecting Crouzon's Malformation in Cook Islands' Prehistoric Art”, Perspectives in Biology and Medicine, No 27/1, 1983, s. 107-120.

[9] Örneğin bkz. Miriam Robbins Dexter, “Felines, Apotropaia, and the Sacred ‘V’: Evolution of Symbols Associated with Divine and Magical Female Figures”, C.E. Ursu, A. Poruciuc, C.M. Lazarovici (ed.), From Symbol to Sign." Memory of Klaus Schmidt, Editura Karl A. Romstorfer, Suceava (2015): 295-316.

[10] Lila Moore, “From Cave to Screen: A Study of the Shamanic Origins of Filmmaking”, Journal of Arts and Humanities, No 8/12, 2019, s. 5.

[11] L. G. Straus vd. “The Red Lady of El Mirón”, Lower Magdalenian Life and Death in Oldest Dryas Cantabrian Spain: An Overview, Journal of Archaeological Science, 2015, doi: 10.1016/j.jas.2015.02.034.

[12] Bkz. Jacques Cauvin, “Les fouilles de Mureybet (1971-1974) et leur signification pour les origines de la sédentarisation au Proche-Orient”, Annual of the American Schools of Oriental Research, No 44, 1977, s. 30; ve Halil Tekin, Tarih Öncesinde Mezopotamya, 2. Baskı, Bilgin Kültür Sanat, 2019, Ankara, 162.

[13] Bu konuda bkz. Dušan Borić vd., “High-resolution AMS dating of architecture, boulder artworks and the transition to farming at Lepenski Vir”, Scientific reports, No 8/1, 2018, s. 1-13; ve Dušan Borić ve Vesna Dimitrijević, “When did the ‘Neolithic package’ reach Lepenski Vir? Radiometric and faunal evidence”, Documenta Praehistorica, No 34, 2007, s. 53-71. Ayrıca genel olarak bkz. Mehmet Özdoğan, “Archaeological evidence on the westward expansion of farming communities from eastern Anatolia to the Aegean and the Balkans”, Current Anthropology, No 52/4, 2011, s. 415-430.

[14] Örneğin bkz. Fuzuli Bayat, Türk Kültüründe Kadın Şaman, Ötüken Neşriyat, 2015, s. 81-82.

[15] Bkz. Verhoeven, 2001: 8-9.

[16] Olmeklerin “sakatlam (mutilation) ” uygulamasını temsili resimler eşliğinde analiz eden bir anlatım için bkz. David C. Grove, “Olmec Monuments: Mutilation as a Clue to Meaning”,  The Olmec and Their Neighbors: Essays in Memory of Matthew W. Stirling (1981): 49-68.

[17] Günümüze dek süren baş keserek idam etme gibi uygulamalarda da görülen “insan formunun bütünlüğünü bozma” amacını hatırlatan bir inceleme için bkz. Lauren E. Talalay, “Heady Business: Skulls, Heads, and Decapitation in Neolithic Anatolia and Greece”, Journal of Mediterranean Archaeology, No 17/2, 2004, s. 140.

[18] Ian Kuijt, “The Regeneration of Life: Neolithic Structures of Symbolic Remembering and Forgetting”, Current Anthropology, No 49/2, 2008, s. 184-185.

[19] Dönemin heykellerinin genel yüz özellikleri, ağız olmaması ve (taş) maske bulguları/yorumları konusunda bkz. Klaus Schmidt, “Göbekli Tepe–the Stone Age Sanctuaries. New results of ongoing excavations with a special focus on sculptures and high reliefs”, Documenta Praehistorica, No 37, 2010, s. 239-256; ve Oliver Dietrich vd., “Masks and masquerade in the early neolithic: A view from upper mesopotamia”, Time and Mind, No 11/1, 2018, s. 3-21.

[20] Özellikle başsız/yüzsüz heykeller ile “kafatası kültü” için yapılan “anonimleştirme” benzetmesi için bkz. Kuijt, 2008, s. 171-197.

[21] Bkz. Erdem Denk, "İlksel Şamanın Kim’liği: Yaşlı-Kadın?", Aktüel Arkeoloji, 6 Mayıs 2021 (https://aktuelarkeoloji.com.tr/kategori/yazilar/ilksel-samanin-kim-ligi-yasli-kadin) ve Erdem Denk, 50 Bin Yıllık Dünya Düzeni: Toplumlar ve Hukukları, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2021, s. 24-25 ve 40-41.

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Macaristan’da Zırhı, Silahları ve Atı İle Gömülmüş Avar Savaşçısı Bulundu

Déri Müzesi'nden arkeologlar, Macaristan'ın kuzeydoğusunda, Ebes yakınlarındaki bir Erken Avar mezarında eksiksiz bir lamel zırh seti ortaya çıkardılar. Bu eser 7. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir ve şimdiye kadar büyük ölçüde sağlam ve orijinal konumunda keşfedilen ikinci Panoniyen Avar lamel zırhıdır. İlki 2017 yılında Ebes'in sadece 16 kilometre güneyindeki Derecske'de bulunmuştu.

SON İÇERİKLER