Restorasyon Nedir Üzerine Bir Deneme

Ortaçağın Ses Getirmeyen Kalıntıları

Bir kent ya da yapı doğduğu günden sonra çok yaşamış, yaşlanmış, fiziksel değişikliklere uğramış ve ölmüştür. Siz bu yapı ve kentin hangi dönemini ayağa kaldırmayı tercih edersiniz? İlk yapıldığı anı mı yoksa en görkemli evresini mi? Yoksa son evreyi mi? Bu soruların dışında olduğu gibi tüm dönem izlerini koruyarak yapılacak bir restorasyonu mu? 

Anadolu arkeolojik sit alanları açısından oldukça zengin bir coğrafyadır. Arkeolojik sitler ve buralardaki anıtsal yapılar, iyi belgeleme yapılarak restorasyon projelerine imkan sağlayacak koşullara sahiptir. Anadolu’daki arkeolojik kentlerin büyük bir kısmının önemli bir avantajı, modern kentlerin farklı alanlarda kurulmuş olmasıdır. Bu durum, anıtsal yapılar üzerinde bilimsel kriterlere uygun belgeleme ve restorasyon kültürünü oluşturmak için oldukça elverişli koşullar sağlar. Buna rağmen çoğunlukla turizme katkı sağlama kaygısı ile yapılan restorasyon çalışmaları, bilimsel çevrelerin ortak bir dil bulamamasından dolayı sadece arkeolojik mimari parçaların ve anıtsal yapıların ayağa kaldırılması yada sağlamlaştırılması şeklinde karşımıza çıkar. Turizme yönelik restorasyonda önemli sayılabilecek finansman kaynaklara sahip restorasyon projelerinde, bilimsel restorasyon metotları göz ardı edilerek restorasyon kültürü oluşturma kaygısından uzak uygulamalar yapılma gayreti içerisine girilir. Anastilosis projelerinde yapılan tercihler estetik kaygılar taşıdığından mimari parçaların geçirmiş oldukları değişim ve kullanım dönemleri bir kenara bırakılıp projeyi hazırlayanın tercih ettiği döneme doğru kayar.

Arkeolojik kazılar ile ortaya çıkartılan yapılara ait tüm parçalar üzerinde her yönü ile düşünülmüş yeterli ve doğru belgeleme yapılmadan sonlandırılan kazı çalışmalarında sağlamlaştırmaya gidilmesi büyük hatalar ortaya çıkarır. Arkeolojik kazılar ile ortaya çıkarılan yapıları tehdit eden en önemli unsur, kalıntıların yapım tekniklerinin tamamı ile tespit edilmeden “koruma” çalışmasının yürütülmesidir. Çünkü, anıtsal yapılar ve mimari kalıntıların çok katmanlı kimliklerinin sanatsal ve tarihsel gelişimi düşünülmelidir. Aksi takdirde, gerçekleştirilen hızlı koruma uygulamaları geri dönüşü olmayan büyük tahribatlara yol açar.

Arkeolojik çalışmalar içerisinde restorasyon çalışmaları yapmak arkeolojiyle bağlantılı olsa dahi arkeoloji yapmak değildir. Restorasyon çalışmalarından önce belgelendirme işlemlerinin çok boyutlu yapılması gerekir. Metotların geliştirilebilmesi için disiplinler arası çalışmaların gerekliliği kendini gösterir. Bu metotlar ile elde edilen bilgi, kendi başına bir anlam ifade etmez. Yapılan teoriler pratikte de kendini göstermeli ve birbirlerini pratikler üzerinden desteklemelidir.

Arkeolojik alanlarda bulunan anıtsal yapılar hemen restorasyon yerine korunmaya alınmalı ve restorasyonda hızlı davranılmamalıdır. Yapılacak restorasyon çalışması ne kadar bilimsel olursa olsun yapı ve alan üzerinde sonradan yapılacak bilimsel araştırmaların önünde bir engel oluşturacaktır. Kısacası restorasyondan sonra bir duvar kalıntısının mimari analizi ya da yapıdan veya döşemeden alınması gereken bir örneğin alınıp analiz edilmesi imkansız duruma gelebilmektedir.

Restorasyonun en büyük problemlerinden bir tanesi de dönem ve evreyi tercih etme konusudur. Yapılar ya da arkeolojik kalıntılar tıpkı insanlar gibi doğar, yaşar ve ölürler. Ölümden sonra yeniden bir başka hayatta yolculuğa çıkarlar. Bir kent ya da yapı doğduğu günden sonra çok yaşamış, yaşlanmış, fiziksel değişikliklere uğramış ve ölmüştür. Siz bu yapı ve kentin hangi dönemini ayağa kaldırmayı tercih edersiniz? İlk yapıldığı anı mı yoksa en görkemli evresini mi? Yoksa son evreyi mi? Bu soruların dışında olduğu gibi tüm dönem izlerini koruyarak yapılacak bir restorasyonu mu? Avrupa’da neden artık topyekûn restorasyon yapılamadığının cevabı da bu soruların içerisindedir aslında.

Birçok kentte yapılan restorasyonlar sonrasında ortaya çıkan görüntü, o kentte, antik dönemde yaşayan insanların bile görmediği bir görüntüdür. Antik kentleri gezerken görmüş olduğunuz aslında oranın restorasyonunu yapan arkeolog ve restoratörlerin tercihi sonucu oluşmuştur ve tamamen gerçeği yansıtmayan bir görüntü olarak ortaya çıkar. Örneğin MS 1. yüzyılda inşa edilmiş ve sonrasında yıkılmış ve Ortaçağ’da başka bir amaçla kullanılmış bir yapıyı ya da kenti restore ederken bu yapının hangi döneminin daha önemli olduğunun kriteri nedir? Bir önceki ya da daha sonraki döneminde yapının daha güzel olması mı? Dönemi içinde hatırı sayılır bir yapı olması mı? Yüzyıllar önce depremle yıkılmış ve sonraki yıllarda üzerine başka yapılar yapılmış bir kentte, alttaki yapıyı görünür yapmak için en üstteki yapıyı sadece turiste anlatırken hayal ettirmek çok mu doğru? Yapıyı gören insanlara olmayan ile olanı anlatırken tüm bu görünen manzaranın oluşumunda kazıyı yapan arkeoloğun tercihlerinin etkili olduğunu mu anlatıyoruz? Bir yapının daha az korunarak günümüze gelmesi, onu silik göstermemiz için yeterli mi? Bir dönemin yapılarını tercih etmek turizmde çok satan görüntü kaygısını tatmin için mi yapılmalıdır? Anadolu’daki arkeolojik kentlerde ortaya çıkan görüntü, her dönemin kendi evreleri içinde baskın olanın altının çizilmesi gibidir.

Görkemli bir Roma yapısının üzerinde son evrede inşa edilmiş basit yoksul bir Geç Ortaçağ evi, çok güzel ve ilginç olmadığı için mi altındaki yapıya kurban edilmektedir? Arkeolog ve restoratörler tercih yaparken güzel olmayanı yoksulca yapılmış olanı ötekileştirmemek için bir şeyler yapamazlar mı?

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER