Üst Paleolitik/Şamanik Toplumlarda Karaciğerin Sırrı: İlk Artık Ürün?

Üst Paleolitik avcı-toplayıcılar üzerine yapılan çalışmalarda özellikle avda sivrilen (genç) erkeklerin yüksek kalorili sakatatları bir tür ödül olarak tüketme hakkı kazandığı görülmekte. Bu bağlamda sıklıkla anılan karaciğerin Neolitik ve hatta ilk yerleşik devletlere dek başvurulan şamanik fallarda da kullanılması ziyadesiyle dikkat çekici. Bu veriler, karaciğer üzerine bir “paylaşım mücadelesi” olmuş olması ihtimalini akla getiriyor.

Genellikle “avcı erkekler” ve “toplayıcı kadınlar” şeklinde ifade edilmekle birlikte büyük ölçüde yaş ve cinsiyet temelli “toplumsal sınıflar”dan oluşan göçer avcı-toplayıcılar, özellikle de günümüzden bakıldığında hayli eşitlikçidir. Başlıca üretici güçler arasında yapılan “cinsel işbölümü” son tahlilde birbirini tamamlayan besin kaynaklarına erişimi sağladığı gibi/için, tüketim de görece simetriktir. Kuşkusuz bunda tarımla gündeme gelen “artık ürün”ün henüz olmaması önemli bir etkendir. Geçici ve istisnai durumlar hariç herhangi bir birey ya da birey grubunun niceliksel olarak diğerlerinden daha fazlasına sahip olmasının maddi temeli yoktur. Ancak özellikle Üst Paleolitik’ten günümüze kadar görülen göçer avcı-toplayıcıların besin kaynaklarıyla av etini tüketme biçimi üzerine yapılan çalışmalarda bir ayrıntı göze çarpmaktadır. Başta karaciğer olmak üzere günümüzde sakatat olarak anılan yürek, beyin, böbrek ve dil gibi organlarla yağlı parçaların av sırasında zekâ, güç, cesaret, yetenek vb. özellikleriyle sivrilen kişi(ler) tarafından hemen oracıkta tüketildiği genel kabul görmektedir. Bu tür “niteliksel tahsis” uygulamalarına karaciğer ile yağlı etlerin avcı erkekler tarafından anında tüketildiği Eskimolarda da rastlanmaktadır.1

Avcı (genç) erkeklerin av eti üzerinde bir tür ön tasarruf hakkına sahip olduğunu gösteren bu uygulamalar, tüm sosyo-kültürel değerler için söz konusu olduğu gibi kimi maddi olgu ve ihtiyaçlarla neden-sonuç ilişkisi içinde şekillenmiş olmalıdır. Özellikle şeker deposu olan karaciğerin barınağa dönülebilmesini sağlayacak enerjiyi verdiğine dikkat çeken çalışmalar bu kapsamda değerlendirilebilir.2 Zorlu doğa koşullarında avlanma sırasında kaybedilen kalorinin/ısının hemen takviye edilmesi gerekecektir. Üstelik taşımayı kolaylaştıracak parçalama sonrasında karkas et dışındaki unsurların “atıştırılması” ile sadece avın tükettiği beden şarj edilmeyecek, “nakliye maliyeti” de azaltılacaktır.3

Öte yandan, tüm değerlerin ancak karşılıklı çıkarların bir şekilde dengelenmesiyle kurumsallaşabildiği ve böylece zamanla maddi temellerinden bağımsız bir varlık ve anlam kazandığı açıktır. Dolayısıyla, özellikle de son tahlilde kolektif eylemin esas olduğu yaşam ve üretim koşullarında bireysel uygulamaların ancak genel faydaya da hizmet etmeleri durumunda ortak değer haline gelebileceği rahatlıkla varsayılabilir.

İspanya’nın Cantabria bölgesindeki Altamira Mağarası’nın tavanında bulunan bizon resimleri. Üst Paleolitik.

Bu anlamda akla gelen ilk nokta, avcılara tahsis edilen yüksek kalorili/yağlı parçaların “niteliksel ayrıcalık” özelliği kazanarak bir tür “ödül” haline gelmiş olma ihtimalidir. Böylesi bireysel ödüller sayesinde av etinin grubun diğer üyelerine götürülmesi için sadece gerekli “maddi” enerji değil “manevi” motivasyon da sağlanacaktır. Üstelik, Türkçe sakatat ve İngilizce offal kelimelerinin “döküntü” anlamına gelmesinden de görüldüğü üzere, taşıma sırasında düşebilecek böylesi parçalar görece çabuk çürüyebilecek niteliktedir. Buysa, ava katılanlar özelinde ortak emeğin ürünü olan besinlerin hiçbir parçasını ziyan etmeme kaygısının önemli bir etken olduğunu düşündürmektedir. Üstelik söz konusu olan sadece böylesi “katma değeri yüksek” besinlerin bozulmadan kamp merkezine getirilmesinin adeta imkânsız olması ve anında tüketilmemeleri durumunda avdan alınacak maksimum faydanın azalması değildir. Öldürülüşünü takiben hemen hayvandan ayrılmayan iç organları, avın geri kalan (asıl) kısmını da bozacak niteliktedir.Buysa bin bir emekle yapılan avın murdar (leş) olmasına neden olacaktır. Böylesi bir kaybın gıda/kalori ve hatta emek/mesai kaybıyla sınırlı kalmayacak çok ciddi toplumsal sorunlara yol açacağı açıktır.

Fransa’nın güneybatısında bulunan Lascaux Mağarası’ndaki en çok tartışılan ve en önemli sahnelerden biri olan bu resimde karnı deşilmiş bir bizon, bizon tarafından yere devrilen kuş kafalı bir insan, bir mızrak ve bir direk üzerinde duran bir kuş yer alır. J. D. Dallet

Öte yandan, grubun diğer üyelerinin beslenme biçimleri dikkate alındığında, zaten yolda bozulma ihtimali olan böylesi parçaların kamp merkezine götürülmesinin (pek) talep görmediği de söylenebilir. Yolda “dökülebilir” olan parçaları “döküntü” haline getirecek anlam kayması zaman içinde yaşanmış olmalıdır.

Aslında bu noktada vurgulanması gereken ilk veri, Üst Paleolitik’te protein ihtiyacının daha önce sanıldığı kadar hayvansal (av) kökenli olmadığının anlaşılmış olmasıdır.5 Kolektif emeğin ürünü olarak paylaşılması ve birlikte tüketilmesi grup aidiyetini pekiştirmekle birlikte, gündelik protein ihtiyacının büyük ölçüde kadınların topladığı bitki ve yemişlerden karşılandığı kabul edilebilir.6 Öyle ki, kadınların erkeklere ödül olan bazı parçalardansa doğrudan kendi emeğinin ürünü olan benzerlerini tüketmeyi “sınıfsal olarak” tercih etmiş olabileceği dahi düşünülebilir.

Kadınların kamp merkezinde yapılan yeniden dağıtım sürecinde/sayesinde beslenme stratejilerini belirlediği genel kabul görmektedir. Kuşkusuz bunun en önemli neden-sonucu, adeta mucizevi bir parçası olduğu doğaya koşut kanayan ve doğuran kadının bu yaratıcı özelliğiyle grubun varlığının ve sürekliliğinin teminatı olmasıdır. Gebeliğin gerçekleşmesinden çocuğun grubun üretken bir parçası olmasına kadar geçen tüm yeniden üretim süreçlerini denetlemektedir.7 Yaşamının yaklaşık yüzde 17’sini gebe, yüzde 41’ini ise çocuk büyüterek geçiren8, ortalama dört yıl arayla doğurduğu her bir çocuğunu yaklaşık 7800 kilometre taşıyan9 kadın, grubun geleceği olduğu kadar (fazlası) bir yük de olan çocukları doğurma(ma), besleme(me) ve büyütme(me) hakkını eline tutmaktadır. Belirlediği üreme stratejilerine koşut uyguladığı cinsel yasa(k)lar eşliğinde lohusalık ve emzirme süresini uzun tutmakta, gebe kalmayı engelleyen ve/veya bebek düşürmeyi sağlayan çeşitli bitkisel yöntemler kullanabilmektedir.10 Ancak sırtındaki kendi ayakları üstünde durduktan sonra yeniden üreten kadın, öte yandan erkeklerin (muhtemelen “uğursuzluk getireceği” gerekçesiyle) yaklaştırılmadığı gözlerden uzak yerlerde doğurduğu çocuğu ilk görme ve böylece çeşitli nedenlerle istemediğinin de ölü doğduğunu ve çalılıklara gömüldüğünü söyleyebilme hakkına sahiptir.11

Fransa’nın güneybatısındaki Dordogne bölgesinde, Mauquay’da konumlanan bir kaya sığınağında, kireçtaşı üzerine kabartma olarak işlenmiş ve üzeri kırmızı aşı boyası ile boyanmış Laussel Venüsü

Grubun yeniden üretilme süreç ve sürelerini tüm grup adına yöneten kadın(lar), bu açıdan etkisi olacak besin kaynaklarını tüketme(me) zamanına da karar vermiş olmalıdır. Nitekim Üst Paleolitik’te 15-35 yaş arasına tekabül eden “doğurganlık dönemleri”12 sırasında et/protein tüketimini azaltmanın önemli bir “doğum kontrol yöntemi” olduğu yorumları bu açıdan dikkat çekicidir. Buna göre, örneğin yetersiz beslenme gebelik ihtimalini azaltabilmekte, düşük, hastalıklı/zayıf (“öldürülebilir”) ya da ölü doğum ihtimalini ise artırabilmektedir.13 Öte yandan, karaciğerin (günümüz bilgisiyle bolca A vitamini içermesi nedeniyle) gebelikte hem anne hem de bebek sağlığına önemli olumsuz etkileri olabildiği de bilinmektedir. Gebelikte zayıflayan bağışıklık sistemi, kadını birçok hastalığın yuvalandığı karaciğere karşı duyarlı hale getirmiş olabilir. Dolayısıyla, kendilerine yasaklanmış olabileceği söylenen14 karaciğeri ne zaman tüket(mey)eceklerini asıl kadınların belirlediği çıkarsanabilir. Kısacası, gruba fayda sunan bireyler ödüllendirilirken tüm üretici güçlerin istek ve ihtiyaçlarına uygun simetrik bir tüketim de sağlanmaktadır. Böylece kaynaklar optimum kullanılmış olmakta, buysa yeniden dağıtımdaki niteliksel ayrıcalıkların da aslında -eğer gerçekten bir “ayrıcalık” iseler- toplumsal meşruiyete sahip olduğunu göstermektedir.

Karaciğer ve Babilli falcıların isimlendirdikleri bölümler

Dahası, tüm grup adına yapılan avda üstün başarı gösteren bireylere ödül verilmesi, avda gerektiğinde gözü kara davranmayı da teşvik edecektir. Avın daha iyi yapılmasını sağlayanları avın daha iyi yapılmasını sağlayacak şekilde beslemek, avın sürdürülebilir olmasını sağlayacaktır. Üstelik bu genel çıkar dönüp tekrar tüm bireysel/sınıfsal çıkarlara da hizmet eder niteliktedir. Zira avlanma becerisini artıran parçaları ava ilave katkı sunanlara tahsis etmek, takip eden avlarda sivrilme imkânına kavuşmak anlamına da gelecektir. Üretimin nihayetinde kolektif olarak yapıldığı ve artık ürünün olmadığı yatay-eşitlikçi ilişkiler döneminde bireysel motivasyonu tüm grup için(de) artırmanın başka bir yolu da yoktur zaten.

Ciğer falı, Hitit.

Sonuç olarak, niceliksel ayrıcalığın söz konusu olamadığı koşullarda (genç) erkeklerin tüm grup için yapacağı avı teşvik edip sürekli kılmada kimi niteliksel ayrıcalıklar inşa edilmesinin önemli olduğu, karaciğer gibi parçaların bu anlamda ön plana çıktığı görülmektedir.

Avcı-toplayıcıların beslenme davranışları bağlamında gündeme gelen karaciğeri daha dikkat çekici kılansa, göçerlerin tümüyle başka bir alandaki uygulaması için de özel öneme sahip olmasıdır: Fal.

Boğazköy kazılarından bir başka karaciğer modeli

Her toplum gibi güvenli ve öngörülebilir bir düzen kurmak isteyen avcı-toplayıcılar, şimdilerini güvenceye almak için sadece geçmişteki değil gelecekteki bilinmezlikleri de bilinir kılacak çeşitli yordamlar geliştirmiştir. Birçok toplumsal işlevinin yanı sıra bu tür çabaların da merkezinde yer alan Şaman, her şeyi bilen ve gören kişi niteliğiyle vakıf olduğu kozmosun bilgisi sayesinde geleceğe de ışık tutar. Bu çerçevede hayvanların başta karaciğer olmak üzere iç organları üzerinde(n) geleceği okur ya da ateşe attığı kemiklerde oluşan çatlama ve yarıklara göre kehanette bulunur.15 En iyi ne zaman, nerede ve nasıl avlanılacağını, olası tehlikeleri ya da konaklanacak en iyi yeri tespit eder. Böylece aç ve açıkta kalmamasını sağladığı grubun kendisini evrende konumlandırmasını ve güven içinde sürdürmesini de sağlar. Yerüstünden aldığı kozmolojik bilgileri16 sayesinde çıkardığı “yıldız-haritası”na göre baktığı fallarıyla geçmişten geleceğe bilgilendirdiği bizi zaman-mekânda konumlandırır. Nedenlerini yeraltındaki kötü ruhlardan öğrendiği hastalıkları17 ve örneğin av yaralanmalarını18 bitki ve otlardan yaptığı karışımlarla sağaltır. Kısacası Şaman, çeşitli dillerde şaman, kam, kâhin ve hatta büyücü anlamlarına gelen kelimelerinin etimolojik kökenlerinin gösterdiği gibi, hakikati bilip söylemesini sağlayan falın da parçası olduğu holistik yet(k)ileriyle grubu tehdit eden her türlü bilinmezliği bertaraf eder.

Yer ve göğü temsil eden şaman davulu. (Volkan Çoban)

Üst Paleolitik’ten erken devletlere kadar şifacılığın icrasında da kullanılan karaciğerin örneğin hayvan kemikleriyle birlikte kadim bilme yöntemi olan falın en eski araçlarından olmasının bir anlamı, maddi nedeni olmalıdır. Özellikle de sadece (genç) avcı erkeğin hakkı olan karaciğerin değil avın besin maddesi olarak tüketil(e)meyen kemik, deri, kafatası, tüy ve kanat gibi “artık”larının da Şaman tarafından bir şekilde kullanıldığı hatırlandığında. Gerçekten de, Üst Paleolitik ve Neolitik toplumlar üzerine yapılan tüm çalışmalar, şamanik ayinlerde bu tür unsurların kullanıldığını, şamanın sadece alametifarikaları olan kostüm, maske, başlık ve kemerlerinin değil herkesi cuşa getiren davuluyla tokmağının da bu tür “artık”larla yapıldığını göstermektedir. Kuşkusuz bilinmezlikler âlemine uçmak ve bilinen-bilinmeyen tüm âlemleri birbirine bağlamak için kullanılacak araç ve yöntemler açısından bu tür unsurların her biri adeta biçilmiş kaftandır. Keza şamanın himayesinde yapılan böylesi parçaların avda kamuflaj olarak kullandığı da bilinmektedir.19 Ancak başta beslenme olmak üzere kamp merkezinde hiçbir maddi işlevi olamayacak ve hatta zararlı olabilecek bu tür “artık”ların kullanıma kazandırılma biçimleri dikkat çekicidir. Son derece dünyevi faaliyetlerde kullanılacak hammaddeler haline getirilen artıklar, adeta el koyulan “artı(k) ürün” haline gelmektedir.

Chauvet Mağarası’nda bir sarkıt üzerine işlenmiş bu resimde Venüs ve Büyücü betimi yer almaktadır.

Başka bir yazının konusu olmakla birlikte ilksel Şamanın yaşlı (kadın) bireyler (içinden sivrilenler) olduğu düşünülürse, belirleyici olanın kaynakların yeniden dağıtımı sorunsalı olduğu önerilebilir. Üretici güçler arasında (“üstünde”) arabulucu/hakem de olan Şaman, adeta av hayvanın kamp merkezine bir bütün olarak ve/veya eksiksiz getirilmesini istemektedir. Böylece tüm grup adına kamusallaştırılacak av, akabinde yine tüm grup adına kamp merkezinde parçalanarak Şaman tarafından yeniden dağıtılacaktır. Kafatasına kimi ritüellerin yapıldığı mağaralarda sık rastlanması bir yana, özellikle bazı Paleolitik mezarlarda rastlanan yoğun hayvan kemikleri20 de merkezdeki yeniden dağıtımda üret(il)enlerin artıklarına el koyan Şamanı işaret eder niteliktedir.21 Karaciğer, sakatat ve kemik gibi av yerinde parçalama ve “atıştırma”yı takiben kamp merkezine taşınması illa da gerekmeyen parçalar, böylece “ürünün artığı” değil “artık ürün” niteliği kazanmaktadır.

Ayrıca, düşük/sakat doğum gibi etkileri olan karaciğerin ödül ve fal gibi mekanizmalar yoluyla kadınlar için besin olmaktan çıkarıldığı ve/veya şifacı yaşlı kadın şamana denetimli kullanımı için teslim edilmiş olabileceği de pekâlâ düşünülebilir. Grupla birey ve birey kategorilerinin çıkarlarını dengeleme konumu da olan şaman, kadınların uhdesindeki doğum/nüfus politikalarını tüm grup adına gözetiyor olabilir.

Karaciğer özelinde asıl dikkat çekici olansa, erkek ve kadınların kimi değerlere de tekabül ettirilen tüketme(me) biçimlerinin tümüyle dışında, ötesinde ve hatta üstünde işlev ve anlamlara bürünmesidir. Şaman, kendi toplumsal konumunun neden-sonucu olarak, tekil ve dolayısıyla parçalayıcı olabilen karaciğere tüm grubun ortak çıkarına hizmet edecek “sınıflar üstü/ötesi” bütünleştirici bir mana kazandırmaktadır. 

Sonuç olarak, avcı-erkeklerin ilksel ayrıcalığı olan karaciğeri olasılıkla “avın en özel ve değerli yeri” ve hatta “artık ürün” haline getirecek bir değer çekişmesinin yaşanmış olduğu varsayılabilir. Hatta, göçer avcı-toplayıcılarda yaş ve cinsiyetin en önemli toplumsal ve “sınıfsal” hatlar olduğu düşünülürse, karaciğerin yaşlı kadın(lar içinden sivrilen) Şaman ile avcı genç erkek(ler içinden sivrilen) arasında yaşanan “paylaşım mücadelesi”nin ilksel konularından olduğu önerilebilir.

İLKSEL DEVLETLERDE KARACİĞER

 

 

 

 

Aslında yerleşik yaşam kurumsallaştıkça Şaman’ın içinden çıkarak gelişen farklı uzmanlar da bu ve diğer işleri devralacak ve zamanla tümüyle ayrı, bağımsız ve hatta rakip haline gelecek kâhin, hekim, din adamı ve âlim gibi çeşitli aktörler doğacaktır. Ancak Şamanik sürekliliği gösterir şekilde, yerleşik paganik toplumlarda da özellikle kurban edilen hayvanların karaciğer gibi iç organlarından geleceği okuma pratiğine başvurulduğu görülmektedir. Örneğin Babil ve Hititlerde sarayların başköşesinde yer alan uzmanlardan olan kâhinler (bārū), “olağandışı olayları izlemek için kullanılan karaciğerin kilden kopyaları”nı yaptıracak22, askeri, ekonomik, yönetsel ya da siyasal konularda doğru kararlar alınmasına yardım edecektir. Sümer kent-devletlerinin ordularına daimi bir kâhin eşlik edecektir.23 Ne de olsa “babanın oğula bıraktığı bir giz” olan kehanet, “geleceği gösterdiği kabul edilen işaretlerin yorumlanması yoluyla tanrılarla [alternatif] bir iletişim kurma aracıdır”.24 Antik Yunan ve Roma’da da kozmik bilinmezlikleri bilme açısından önemi yadsınamaz olan karaciğer falı, öte yandan, zamanla iç organlarını inceleme esaslı hastalık tespit etme ve sağaltma yöntemlerine de dönüşerek “dünyevi” bir uzmanlık olan hekimliğe de maddi bir temel sunacaktır. Kilden yapılmış koyun karaciğeri maketleriyle öğretilen fal ve sağaltma tekniklerinin geliştirildiği Mezopotamya’da kan dolaşımının merkezinin karaciğer olduğunun düşünülmesi de özellikle dikkat çekicidir. Öyle ki, tıbbi sterilizasyonda kullanılan sıvılardan olan bira25, “karaciğeri mutlu kılan, yüreği sevinçle dolduran” sıvı olarak tanımlanmaktadır.26 Eski Çin’de “Tanrıların tableti” karaciğerin maketi üzerinde öğretilen hekimliğin babadan oğula “gizli bir ilim” ve “meslek” olarak aktarılmaya başladığı bilinmektedir.27

 

KÜREK KEMİĞİ VE KAPLUMBAĞA KABUĞU FALI

Özellikle Antik Çin’in en bilinen şamanik fal araçlarının ateşe atılan Kürek Kemiği ile Kaplumbağa Kabuğu olması dikkat çekicidir. Zira bu tür “gıda değeri olmayan artıklar”ın ateşte pişirilerek (topluca) tüketilen hayvanların etlerinin sunulmasında kullanıldığını gösteren örnekler vardır. Dolayısıyla, ateşin hâkimi olan şamanın muhtemelen himayesinde parçalanan ürünlerin yeniden dağıtımda da merkezi konumda olduğu çıkarsanabilir. Tüm grup için yaşamsal olan hakikati bil(dir)mede kullanılan bu malzemelerin üstüne daha sonra Çin’deki ilksel yazıların da kazınması, bilgi ile yeniden dağıtım ve iktidar ilişkileri arasındaki kadim ve süreğen ilişkinin bir başka göstergesi olsa gerektir.

                                    

 

1- Bkz. D Damas, “Central Eskimo systems of food sharing”, Ethnology, 11.3 (1972), s. 236.

2- Örneğin bkz. A Şenel, Kemirgenlerden sömürgenlere insanlık tarihi, İmge, Ankara, 2015, s. 138-139.

3- J D Speth, “Seasonality, resource stress, and food sharing in so-called ‘egalitarian’ foraging societies”, Journaof anthropological archaeology, 9.2 (1990), s. 150 ve 165 vd.. Kuzey Tanzanya’daki Hadza göçerlerinin av alanında parçalama, kısmi tüketme ve etlerle kemikleri kamp alanına taşıma eğilimleriyle besin değerleri arasındaki ilişkiyi de irdeleyen bir çalışma için bkz. J F O'Connell vd., “Hadza hunting, butchering, and bone transport and their archaeological implications”, Journal of anthropological research, 44.2 (1988), s. 113-161. Nunamiut ve !Kung göçerlerinde av eti sınıflandırma ve tüketme örnekleri için bkz. P Wiessner, “Beyond willow smoke and dogs' tails: A comment on Binford's analysis of hunter-gatherer settlement systems”, American antiquity, 47.1 (1982), s.174.

4- Günümüzde de çobanlar dağda (hastalık veya başka sebeple) kesmek durumunda kaldıkları hayvanın sakatat kısımlarını yiyebilmekte ancak etin kalan kısımlarına dokunmadan hayvanı sahibine teslim etmektedir. Burada amaç iç organların çürümeden tüketilmesi kadar hayvan sahibine gidecek asıl etin de bozulmamasını sağlamadır. Tabii duruma göre teşekkür etmek için örneğin butlardan birini veren mal sahibinin cömertliğine de diyecek yoktur. Bu uygulamayı çocukluğundan hatırladığı ve hatırlattığı için Savaş Dede’ye teşekkürler.

5- Doğada yok olan organik bitkilerin ancak şans eseri bulunabilmesi nedeniyle arkeolojik kazılarda av hayvanlarının kemik vb. izlerine daha sık rastlandığı görüşü yaygınlaşmış, Paleolitik'te beslenmenin av ağırlıklı olduğu görüşü de büyük ölçüde terk edilmiştir. Et ve bitki kökenli besinlerin görece eşit yere/öneme sahip olduğu düşünülse de, özellikle avın değişkenliği nedeniyle günlük protein ihtiyacının çok büyük ölçüde yemiş ve bitkilerden karşılandığını öneren çalışmalar da söz konusudur. Öyle ki, “avcı-toplayıcı” yerine “toplayıcı-avcı” kavramı kullanılmalıdır. Genel olarak bkz. R B Lee, "What hunters do for a living, or, how to make out on scarce resources" içinde Man the hunter, R B Lee ve I DeVore (ed.), Routledge, 2017, s. 33; Speth, 158-160; S B Eaton ve M Konner, “Paleolithic nutrition: a consideration of its nature and current implications", New England Journal of Medicine, 312.5 (1985), s. 284 ve 285; ve W L Ury, “Dispute resolution notes from the Kalahari”, Negotiation Journal, 6.3 (1990), s. 236. 

6- Genel olarak bkz. C K Maisels, Uygarlığın doğuşu, Çev. Alaeddin Şenel, İmge, Ankara, 1999, s. 40-41; P Watson, Fikirler Tarihi, Çev. Kemal Atakay vd., 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015, s. 93; P C Rice, "Prehistoric venuses: symbols of motherhood or womanhood?", Journal of anthropological research, 37.4 (1981), s. 406; B Hayden, "Population control among hunter/gatherers”, World archaeology, 4.2 (1972), s. 208 vd.; P Arenas ve R M Azorero, “Plants used as means of abortion, contraception, sterilization and ecundation by Paraguayan indigenous people”, Economic botany, 31.3 (1977), s. 305; ve Speth, 1990: 156-157 ve 161-162. 

7- M Finnegan, “Political bodies: Some thoughts on women's power among central african hunter-gatherers”, Radical anthropology, 3 (2009), s. 32-33. 

8- Rice, 1981: 413 (dn. 9). 

9- Arkeolojik bulgulara ve gözlemlere dayalı bir hesaplama için bkz. Lee, 1980. Günümüz örnekleri üzerinde yapılan bir çalışma, çocukların yüzde 52’si kendi anneleri tarafından, yüzde 48’inin ise ablaları ya da henüz çocuğu olmayan teyzeleri tarafından yani (erkeklerin taşıdığı 0.5 oranı sayılmazsa) her durumda kadınlar tarafından taşındığını göstermektedir. Bkz. W W Denham, “Population structure, infant transport, and infanticide among Pleistocene and modern hunter-gatherers”, Journal of anthropological research, 30.3 (1974): s. 194.  

10- Çeşitli yöntemler için bkz. Hayden, 1972: 208 vd.. “Paraguay yerlileri”nin kürtaj, gebe kalma vb. amaçlarla ve genellikle şamanın gözetiminde kullandığı bitkisel yöntemlerin erkekler tarafından kullanıldığına dair hiçbir veri elde edilememiştir. Bkz. Arenas ve Azorero, 1977: 305.

11- Bkz. Maisels, 1999: 40-41; Watson, 2015: 93. Kimi gruplarda yenidoğanın (ve yaşlıların) öldürülmesine “nüfus politikası” olarak başvurulabildiği bilinmektedir.

12- Rice, 1981: 406.

13- Speth, 1990: 156-157 ve 161-162. Gebeliğin başlangıcında görülen bulantı vb. rahatsızlıkların kökeninde fetüste kalıcı hasarlara neden olan teratojen maddelere karşı geliştirilen bir önlem olduğu görüşü için bkz. M Profet, “Pregnancy sickness as adaptation: A deterrent to maternal ingestion of teratogens”, içinde J H Barkow vd. (ed.), The adapted mind: Evolutionary psychology and the generation of culture, Oxford University Press, 1992, s. 327.

14 Speth, 1990: 162.

15- Eski Çin’de kemik falının “üsul ve esasları” için bkz. R K Flad vd. “Divination and power: a multiregional view of the development of oracle bone divination in early China”, Current anthropology, 49.3 (2008), s. 406 vd.; C Kelly, Attila - Hunlar ve Roma İmparatorluğunun Çöküşü, Çev. Turhan Kaçar, Alfa Yayınları, İstanbul, 2016, s. 116. Eski Türklerde kürek ve aşık kemiği falı için bkz. R Yaşa, “Türklerde Animist Düşüncenin Yansımaları: Kürek Kemiği ve Aşık Kemiği Falı”, Sosyal ve kültürel araşrmalar dergisi, 2.3 (2016). Kuzey Amerika şamanizminde ise hayvanların deri, pençe ve yürekleri kullanılmaktadır. Bkz. N J Saunders, “Predators of culture: Jaguar symbolism and Mesoamerican elites”, World archaeology, 26.1 (1994), s. 109.

16-  M Hoppál, “Studies on uralic shamans”, içinde Review in Religious Studies, Károli Gáspár University of the Reformed Church, Budapeşte, 2015, s. 52-53. Ayrıca bkz. S Özbudun, Ayinden Törene, Anahtar Kitaplar, İstanbul, 1997, s. 51.

17- E Aydın, Dünya ve Türk tıp tarihi, Güneş Tıp Kitabevleri, Ankara, 2006, s. 38-39. 

18- Savaşların tıbbın gelişimine etkisini incelerken şamanın avda yaralananı iyileştirmesine ilksel örnek olarak değinen bir çalışma için bkz. K Silverplats, “Warfare medicine: Historical perspectives”, içinde Orthopedics in disasters. Springer, Berlin, Heidelberg, 2016, s. 21. 

19- N Mykhailova, “Shaman-hunter-deer”, Adoranten (2016), s. 88-89.  

20- Ayrıca bkz. Mykhailova, 2016: 91.

21- Nübyalılar, kendi klanlarından olan başşamana avladıkları her leoparın derisini ve sağ ön budunu vermek zorundadır. Bkz. S F Nadel, “A shaman cult in the Nuba Mountains”, Sudan notes and records, 24 (1941), s. 107. Nuerlerdeyse şef “Leopar postu” giymektedir. Bkz. S E Merry, “Anthropology and the study of alternative dispute resolution”, Journal of legal education, 34.2 (1984), s. 279.

22- İ Koç (ed.), Hititler, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2006, s. 100. MÖ XIX. yüzyıla (Mari) ait bir karaciğer modelinin görseli için bkz. P Bordreuil vd. (ed.), Tarihin başlangıçları: eski yakındoğu kültür ve uygarlıkları, Alfa Basım Yayın, İstanbul, 2014, s. 373.

23- J Oates, Babil, Çev. Fatma Çizmeli, 2. Baskı, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2015, s. 188.

24- Bordreuil vd., 2015, s 376-377 ve 371.

25- S N Kramer, Sümerler, Çev. Özcan Buze, Kabalcı, İstanbul, 2002, s. 150.

26- Oates, 2015: 204-205.

27- Bkz. Aydın, 2006: 38-39; ve A Demirhan Erdemir, Tıp tarihi, Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul, 2014, s. 16 ve 48.

EN ÇOK OKUNANLAR

Macaristan’da Zırhı, Silahları ve Atı İle Gömülmüş Avar Savaşçısı Bulundu

Déri Müzesi'nden arkeologlar, Macaristan'ın kuzeydoğusunda, Ebes yakınlarındaki bir Erken Avar mezarında eksiksiz bir lamel zırh seti ortaya çıkardılar. Bu eser 7. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir ve şimdiye kadar büyük ölçüde sağlam ve orijinal konumunda keşfedilen ikinci Panoniyen Avar lamel zırhıdır. İlki 2017 yılında Ebes'in sadece 16 kilometre güneyindeki Derecske'de bulunmuştu.

SON İÇERİKLER