TİLBAŞAR
(50. Sayı - Gaziantep )
MÖ 4. binyılın sonlarında Erken Tunç Çağının ilk evrelerinde küçük boyutlu bir yerleşim modeli gösteren Tilbaşar, MÖ 3. binyıl boyunca kent kimliği gösteren bir yapı içinde büyümeye devam etmiş ve bölgesel bir merkez konumuna ulaşmıştır. Gelişen ticarî ağlar sayesinde farklı birçok etnik yapıyı bir arada barındıran merkezde özellikle nekropol alanlarındaki bulgular, farklı kültürel yapıları ortaya koyar niteliktedir.
Ortaçağda batı kaynaklarında Turbessel, doğu kaynakların- da ise Tel Bâşir olarak geçen Tılbaşar, Mezopotamya ve Suriye’den gelip Anadolu’nun içlerine uzanan önemli yol güzergâhlarından biri olan, Sacır Suyu kıyısında yer alır. Günümüzde Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinin Gündoğan köyünde bulunan Tılbaşar Höyüğü, yaklaşık 400 metre uzunluk, 200 metre genişlik ve 40 metre yüksekliğiyle Türkiye’nin en büyük höyüklerinden biridir. 2 - 7 metre dolgu oluşturan aşağı şehri ile birlikte Tilbaşar, 56 hektarlık geniş bir alanı kaplar. Sacır Suyu’nun beslediği geniş bir ovalık alanın merkezinde yer alan Tilbaşar’ın yakın çevresinde benzer kültürel geçmişlere sahip Yenice, Karadibek, Akça, Dibecik gibi çok sayıda küçük höyükler bulunmaktadır.
18 ve 19. yüzyılda çeşitli seyahatnamelerde ismine rastlanan Tilbaşar’da arkeolojik kazı çalışmalarına kısa süreli bir yüzey araştırması sonrasında, ilk olarak 1996 yılında başlanmıştır. İlk dönem kazı çalışmalarında merkezdeki en erken yerleşmenin Geç Neolitik Döneme değin geri gittiği tespit edilmiştir. MÖ 4. binyılın sonlarında, Erken Tunç Çağının ilk evrelerinde küçük boyutlu bir yerleşim modeli gösteren Tilbaşar, MÖ 3. binyıl boyunca kent kimliği gösteren bir yapı içinde büyümeye devam etmiş ve bölgesel bir merkez konumuna ulaşmıştır. Gelişen ticarî ağlar sayesinde farklı birçok etnik yapıyı bir arada barındıran merkezde özellikle nekropol alanlarındaki bulgular farklı kültürel yapıları ortaya koyar niteliktedir. MÖ 3. binyılın sonunda bölgedeki birçok merkezde gözlemlenen terk edilmelerin veya küçülmelerin bir benzeri Tilbaşar’da da yaşanmış ve yerleşim ani bir şekilde eski görkemli günlerinden uzaklaşmıştır. Yaklaşık dört yüz yıllık bir gerilemenin ardından, Orta Tunç Çağı ile birlikte yeni bir yerleşim modeli ve kimlik ile kent kısa bir süre daha parlak günlerine geri dönmüştür. MÖ 2. binin ikinci yarısından sonra bölgedeki birçok merkezde olduğu gibi kent kimliğinden uzaklaşmış ve Ortaçağa değin köy karakterli bir yerleşim modeli göstermiştir. Yazılı kaynaklarda MS 2-4 yüzyıllarda bölgedeki önemli kentlerden biri olan “Abrara” kenti olduğu iddia edilen merkezde, ilk dönem kazılarında Hellenistik ve Roma tabakaları tanımlanmamıştır. Ancak Roma İmparatorluğu Döneminde Zeugma ve Doliche gibi önemli merkezlerin bulunduğu, askerî faaliyetlerin yoğun olduğu bölgede höyük gövdesi üzerinde hiç değilse karakol görevi gören bir yapının bulunduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır.
Uzak mesafeli ticaretin geliştiği, tüccar krallıkların ve aristokratların baskın rol oynadığı Ortaçağın kaotik ortamında önemli rotaların kesişme noktasında yer alan Tilbaşar, MS 7. yüzyıldan itibaren büyük bir gelişme gösterir. Etrafı bu dönemde güçlü surlarla çevrili olan kent, günümüzde gözlemlenen devasa büyüklüğüne ulaşmıştır. Kuzey Suriye’de Hamdanoğulları Beyliği’ni yıkarak bölgeye hâkim olan Bizanslılar MS 962’de kenti ele geçirmişler ve kentin surları başta olmak üzere yeni imar faaliyetleri gerçekleştirmişlerdir. I. Haçlı Seferi sırasında, MS 1097’de daha sonra Kudüs Krallığı da yapacak olan Boulohne Kontluğundan I. Baudouin önderliğindeki Haçlılar kenti ele geçirmişlerdir. Haçlılar Döneminde Urfa Haçlı Kontluğuna bağlanan merkez, Edessa’dan sonra ikinci önemli merkez konumuna ulaşmış, Selçuklular tarafından Edessa’nın alınışı sonrası kısa bir süre başkentlik yapmış; ancak Selçuklular tarafından kuşatılmışsa da ele geçirilememiştir. Kısa bir süre Ermeni beylerinin yönetiminde kalan merkez, MS 1176 yılında Selahattin Eyyubî komutasında fethedilmiş, Eyyubîler ve arkasından Selçuklular Döneminde gelişimine devam etmiştir. Moğol istilasından çekinen Memlûklar, 1260-61 yılında kenti yakıp yıkarak tahrip etmişlerdir.
Moğol istilası sonrası gösterişli günlerinden uzaklaşan Tilbaşar ve çevresi, daha sonra da Osmanlı hakimiyeti sırasında sınır kalesi olma özelliğini yitirince stratejik önemini de kaybetmiştir. 1517 Mercidabık Savaşı’ndan sonra Ayntab (Gaziantep) ile birlikte Halep’e bağlanmıştır. Osmanlı Döneminde çevresine özellikle Türkmen topluluklar yerleşmiştir. Millî Mücadele sırasında 1920-1921 yılları arasındaki 11 aylık Antep kuşatmasında Tilbaşar Ovası’ndaki köyler Kuva-i Millîye’ye hayatî önem taşıyan lojistik destek sağlamış, halkın bu özverisi Nazım Hikmet’in “Kuvayi Milliye” şiirine de yansımıştır.
Aşağı şehir hakkında henüz doyurucu bir bilgi elde edilememiştir; ancak kalenin önemini kaybetmesinden sonra giderek ıssızlaşmış ve sonrasında da terk edilmiştir. 19. yüzyılda Osmanlı Döneminde Telbaşer adıyla bir nahiye olarak sadece adı kalmış, Cumhuriyet Döneminde ise bunu da kaybetmiştir. Günümüzde hemen yanındaki yerleşim yeri, Gündoğan adıyla anılan bir köydür.
Kentte gerçekleştirilen birinci dönem kazı çalışmalarında, höyük gövdesinin güneyine ve kale kısmı ile aşağı kentin çeşitli kısımlarına yoğunlaşılmıştır. Doğanpınar Barajı nedeniyle kısmen su altında kalması muhtemel olan Tılbaşar’da ikinci dönem kazıları 2015 yılında başlamıştır. Kurtarma kazısı mahiyetindeki ikinci dönem kazı çalışmalarında Kalkolitik Çağdan Ortaçağa uzanan geniş bir zaman dilimi aydınlatılacaktır. Tılbaşar, Oğuzeli ovası ufkunda muhteşem bir siluet bırakan görkemli höyük yapısıyla ve kazılar sonunda çıkarılacak kalesiyle Gaziantep kültür envanterinde yeni bir sayfa açacak gibi görünmektedir.
Tilbaşar´da ikinci dönem kazıları Gaziantep Müze Müdürü Tenzile UYSAL başkanlığında, Yrd. Doç. Dr. Elif GENÇ danışmanlığında başlamış ve devam etmektedir.
Yazı: Yrd. Doç. Dr. Rifat ERGEÇ ve Yrd. Doç. Dr. Timur DEMİR